Hikâyem 4 Temmuz 1992'de, annemin Mısır'dan kalkıp üniversite aşkının peşinden New York'a gelmesiyle başlıyor. Gökyüzünde havai fişekler patlarken babam anneme bakıp şaka yollu demiş ki, "Bak habibti, Amerikalılar senin gelişini kutluyorlar." (Gülüşmeler) Ne yazık ki, pek de kutlama gibi olmamış. Ben büyürken, annemle Queens'ten başlayıp New York sokaklarına doğru yürürdük. Annem başörtüsü ve uzun elbisesiyle yürürken çevreden gelen çirkin yorumlar karşısında küçük parmaklarımı ellerinin arasında sımsıkı tutardı. "Geldiğiniz yere geri dönün." "İngilizce öğrensenize," "Aptal göçmenler." Bu sözler yüzünden kendi mahallemizde kendimizi pek de güvende hissedemezdik. Öte yandan, yine bu aynı sokaklar beni New York'a aşık etti. Dünyada ırk çeşitliliğinin en çok olduğu şehirlerden biri Queens. Göçmen ailelerin çoğunun hikâyesi hep aynı başlar, ceplerinde 3 ile 15 dolar civarı para, engin denizleri aşan bir gemi yolculuğu ve para kazanma telaşı, kalabalık ve yıkık dökük binalarda barınan aileler... Yine aynı aileler biz göçmen çocuklarının, bu küçük topluluklar içinde güvende olmamız, kimliğimizle barışmamız ve sevildiğimizi hissetmemiz için uğraştılar. Özellikle de kadınlar. Annem gibi maruz kaldıkları sözlere aldırmayan bu kadınlar sayesinde, annem olduğu kişi için özür dilemedi. Bu kadınların bazıları hayatım boyunca tanıştığım en güçlü kadınlardı. Her şey için iletişim ağına sahiplerdi. Dönüşümlü olarak birbirlerinin çocuğuna bakmak için, para biriktirmek için, dans partileri düzenlemek için, Kuran ezberlemek, İngilizce öğrenmek için ve yerel camiye bağış yapmak için küçük altın biriktirirlerdi. Yine aynı kadınlar, başörtümü takmaya karar verdiğimde, beni destekleyenlerdi. Müslüman olduğum için bana zorbalık yapıldığında, adeta arkamda Kuzey Afrikalı teyzelerden oluşan bir ordu beni koruyormuş gibi hissettim. Böylece 15 yaşımdayken her sabah uyanıp aynanın karşısına geçer, ipek örtümü, tıpkı annem ve anneannemin yaptığı gibi başıma örterdim. 2009 yılının bir yaz günü yine New York sokaklarına çıkmıştım. Mahallemizdeki bir kadının kurduğu yerel şiddet karşıtı dernekteki işime gidiyordum. Önce birinin kafamı arkadan çektiğini hatırlıyorum, sonrasında ise bu kişi beni yakaladı, başörtümü kafamdan çekip almaya çalışıyordu. Gözleri bana nefretle bakan, uzun boylu, geniş omuzlu adama doğru döndüm. Mücadele edip karşılık verdim, sonunda elinden kurtuldum. İş yerinde banyoya saklanıp dakikalarca ağladım. Düşünmekten kendimi alamadığım sorular vardı: "Neden benden nefret ediyor? Beni tanımıyor bile." Birleşik Devletlerde Müslümanlara kaşı işlenen nefret suçları 11 Eylül'den beri yüzde 1600 arttı ve Birleşik Devletlerdeki her dört kadından biri cinsiyete bağlı şiddetin bir türüne maruz kalacak. Öyle görünmeyebilir ama İslam korkusu ve Müslüman karşıtı şiddet, Müslüman kadınların başörtülü görüntüsü göz önüne alındığında cinsiyete bağlı şiddetin bir türüdür. Bunu yaşayan tek kişi ben değildim ve bunu bilmek beni dehşete düşürdü. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Sevdiğim insanların ve sevdiğim kadınların hiçbirinin kendini böyle savunmasız hissetmediğinden emin olmak istedim. Böylece mahallemdeki kadınların kendi yararlarına olan bir topluluğu nasıl oluşturabileceklerini, sınırlı olan imkânlarıyla neler yapabileceklerini düşünmeye başladım. Ve kadınların güvende ve güçlü olmalarını nasıl sağlamak için neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. İşte bu yolculuk boyunca birkaç şey öğrendim. Bugün sizlerle öğrendiğim bu derslerden bazılarını paylaşmak istiyorum. Ders bir: Bildiğin şey ile başla. Kendimi bildim bileli Shotokan karate yapıyordum ve siyah kuşak karateciyim. Evet. bu yüzden, ben de -- sürpriz. (Gülüşmeler) Ben de belki mahallemdeki genç kızlara kendilerini savunmayı öğretebilirim diye düşündüm. Dışarı çıktım ve tek tek kapıları çaldım, kanaat önderleriyle, ailelerle, genç kadınlarla konuştum. Sonunda halk evinin bodrum katını ücretsiz olarak tutabildim ve yeterli sayıda kadını dersime gelmeye ikna edebildim. Nihayetinde tüm çabalarım işe yaradı, çünkü ilk bu fikri ortaya attığımda, insanların tepkileri çoğunlukla: "Ne kadar da tatlı, 1.55 cm boyundaki başörtülü kız karate biliyor. Ne güzel." şeklindeydi. Aslına bakarsanız, daha 16 yaşında New York Quenns'in Bay Miyagi'si olmuştum. Halk evinin bodrum katında 13 genç kadına kendini savunma dersleri vermeye başladım. O yaz sekiz seanstan oluşan dersler boyunca her bir savunma hareketi ile bedenlerimizin ne kadar güçlü olduğunu anlamaya başladık. Kimliğimizle ilgili yaşadığımız deneyimlerimizi paylaştık. Bazen şok edici farkındalıklar, bazense göz yaşları vardı ama çoğunlukla kahkahalar olurdu. O yaz bu harika kız kardeşlik bağıyla geçti. Ve artık kendimi daha güvende hissetmeye başlamıştım. Ve bu, eğitmeye devam ettiğimiz kadınlar sayesinde oldu. Devam edeceğimi hiç düşünmemiştim ama öğretmeye devam ettik. Bugünse, tam dokuz yıldır, 17 şehir, 12 ülke, 760 kurs ve binlerce kadın ve genç kızla hâlâ öğretmeye devam ediyorum. Halk evinin bodrum katında başlayan savunma dersleri artık uluslararası tabana yayılmış, kadınlar için güvenlik ve güç sağlamaya odaklanmış, dünya çapında bir organizasyon hâline geldi: Malikah. (Alkışlar) Şimdi de iki numaralı ders: Tanıdığın kişilerle işe başla. Çoğu zaman, özellikle de konunuzda uzmansanız ve iyi bir etki bırakmak istiyorsanız, bir gruba dâhil olmak ve sihirli tarifin sizde olduğuna inanmak heyecan vericidir. Ancak ilk zamanlar öğrendiğim bir şey var. Saygın bir fiozof olan Kendrick Lamar'ın da dediği gibi, asıl önemli olan, alçak gönüllü olmak ve beklemektir. Kısacası 15 yaşındayken, çalıştığım tek grup mahallemde yaşayan 14 yaşındaki kızlardı ve yaşlarımızdan dolayı arkadaş olabildik. Bununla birlikte, Bengalli bir göçmenin çocuğu olmak ya da Bronx'ta Senegalli göçmenin çocuğu olmak ile ilgili hiç bir fikrim yoktu. Bu topluluklardan tanıdığım bazı kadınlar vardı ve onların topluluklarında tesis ettikleri bilinç, güven ve ilişki seviyesi oldukça olağanüstüydü. Onlar da annem ve mahallemdeki kadınlar gibi kuvvetli bir iletişim ağına sahiptiler. Amaçları kendilerini geliştirip Birbirleri için daha güvenli bir ortam yaratmaktı. Savunma sanatları eğitmeni olmama rağmen başka bir topluluktan olan kadınlara güvende olmanın ne demek olduğunu anlatmak konusunda yetersizdim. Ve böylece, organizasyon ağımız genişledikçe, kendini savunmanın sadece fiziksel olmadığını öğrendim. Aslında duygusal yönü daha fazla. 60 dakikalık kendini savunma dersleri sonrası 30 dakikayı dertleşmeye ve iyileşmeye ayırıyoruz. Bu 30 dakika boyunca, kadınlar derse katılma nedenlerinden, maruz kaldıkları şiddet olaylarından bahsediyorlar. Örneğin, bir keresinde sınıfımızdaki kadınlardan biri yaşadığı aile içi şiddeti anlatmaya başladı. 30 yıldan beri devam eden bu şiddeti ilk defa açıkça anlatabiliyordu çünkü ona açıkça anlatabileceği güvenli bir ortam sağlamıştık. Yani işimiz çok önemli, ancak bu yalnızca, güvenliğin ve gücün kendileri için neye benzediğini tanımlamada kadının temsilciliğine inandığımız zaman olur. Pekâlâ, üç numaralı ders. Bu benim için en zoruydu. Bu çalışma hakkında en önemli şey neşe ile başlamaktır. Bu işi yapmaya başladığımda, nefret temelli bir saldırıya tepki gösteriyordum. Bu yüzden kendimi güvensiz, endişeli ve bunalmış hissediyordum. Gerçekten korkuyordum. Ve bu mantıklı, çünkü geri adım atarsanız, - muhtemelen buradaki birçok kadın bununla bağlantı kurabilir - yoğun bir güvensizlik hissi sürekli bizimle olacaktır. Yani düşünün ki, gece evinize doğru yürüyorsunuz ve arkanızda ayak sesleri duyuyorsunuz. Daha hızlı mı yürümelisiniz yoksa daha yavaş mı bilmiyorsunuz. Kullanmanız gerekebilir diye anahtarınızı elinizde tutuyorsunuz. "Eve gidince mesaj at. Güvende olduğundan emin olmak istiyorum." diyorsunuz. Ve bu konuda ciddiyiz. İçeceklerimizi bırakmaya korkuyoruz. Bir toplantıda çok fazla veya çok az konuşmaktan korkuyoruz. Bir kadın, bir siyahi, bir trans, bir eş cinsel ve bir Latin kökenli, kaçak, fakir ve göçmen olduğunuzu hayal ettiğinizde bu çalışmanın ne kadar bunaltıcı olabileceğini hayal edebilirsiniz. Özellikle de kişisel güvenlik bağlamında. Ancak, bu işe başlamaya beni neyin getirdiğini düşünmek için bir adım attığımda, aslında bunun, toplumumdaki kadınlara duyduğum sevgi olduğunu anlamaya başladım. Beni bu işi her gün sürdürmeye teşvik eden şey, onların bir araya geldiklerini, birbirleri için bir şeyler yapma becerilerini görmemdi. Bu yüzden Ürdün'deki bir mülteci kampında ya da Dallas, Teksas'taki bir halk evinde ya da Silikon Vadisi'nde bir şirket ofisinde de olsam, kadınlar güzel ve büyülü bir şekilde toplandılar ve kadınlar için güvenliği sağlamak ve güçlendirmek için birbirlerini desteklediler ve birbirleri için bir şeyler yaptılar. Ve işte değişim bu şekilde gerçekleşir. Birlikte kurduğumuz ilişkiler sayesinde. Bu yüzden, biz sadece savunmayı öğretmiyor, dans partileri düzenliyoruz, kermesler düzenliyor ve birbirimize sevgi notları yazıp birlikte şarkılar söylüyoruz. Ve bu gerçekten arkadaşlıkla ilgili ve çok çok eğlenceli bir şey. Söylemek istediğim son şey, bunca yıldır kendini savunmayı öğretirken benim için en önemli şey şuydu: Kendini savunma hareketleri oldukça havalı olsa da, kadınların dışarıda bu tekniklerini kullanmalarını istemiyorum. Hiçbir kadının, şiddet içeren bir durumu durdurmaya çalışmak zorunda kalmasını istemiyorum. Ama bunun olması için şiddet olmamalı ve şiddetin gerçekleşmemesi için bu şiddetin yaşanmasına izin veren sistem ve kültürlerin durdurulması gerekiyor. Ve bunun olması için, herkesin görev başında olmasına ihtiyacımız var. Artık size gizli tarifimi verdim, bundan sonrası size bağlı. Bildiğiniz şeyle başlamak, tanıdığınız kişiyle başlamak ve neşeyle başlamak. Ama önce başlamak. Çok teşekkür ederim. (Alkışlar)