Herkese merhaba.
Bir soruyla başlayacağım.
Kaçınız yanınızda oturan kişiyi
önceden tanıyordunuz?
İlginç.
Peki, o kişiyle olan ilk konuşmanızı
hatırlıyor musunuz?
Bilirsiniz konuşmalar, bağlardır.
Her konuşmanın küçük bir
mental bağ olduğunu hayal edelim.
Ve bir yabancıyla konuştuğun her zaman,
bir mental bağ oluşuyor.
O andan sonra yaptığın
bütün konuşmalarda,
o bağ güçlendikçe güçleniyor.
Her gün her birimiz birçok
yabancıyla karşılaşıyoruz.
marketteki kasiyer, taksici
belki gittiğin yeni bir ofisteki
resepsiyon görevlisi.
Her konuşmayla yeni
bağlar kuruyoruz.
En sonunda,
konuşmanın koca bir Dünya
Çapında Ağı'nı oluşturduk.
Dünya Çapında Ağ.
Bu akılda kalan bir kelime.
Sanırım bir yerlerde duymuştum.
Öyle, değil mi? Bir konuşma.
Büyüleyici bir şey.
Bir konuşma, bir maceradır.
Bir konuşma, sana
yepyeni bir bakış açısı kazandırır.
Bir konuşma, bir kapı açar.
Konuşmalar savaş çıkarabilir ve
konuşmalar barışı sağlayabilir.
Konuşmalar, insanoğlu olarak
bizim kim olduğumuzu tanımlar.
Düşünün.
Hayatınızdaki her bir insan
bir zamanlar size yabancıydı.
İlk konuşmayı yapana kadar
onlar hakkında hiçbir şey bilmiyordunuz.
Bugün burada size yabancılarla
konuşmanızı söylemek için varım,
sohbet etmenizi.
Nasıl yapacağınızı söylemek için varım.
Neredeyse herkesle sohbet
edebilmenizi sağlayacak yedi yol.
Ben bir radyo sunucusuyum
ve insanlarla konuşmayı seviyorum.
Gerçekten. Seviyorum.
İş olarak bunu yapmaktan
çok memnum.
Günüm nasıl geçer anlatayım.
Her sabah,
boş bir odaya girerim,
mikrofonu takarım
ve 1.6 milyon insanla sohbet ederim...
göremediğim insanlarla.
Evet.
En zor yanı da ne biliyor musunuz?
Zaman.
Dört saatlik bir şovda,
20 dakika alıyorum.
Tüm konuşma o kadar sürüyor.
20 dakikada seni en yakın arkadaşın
olduğuma ikna etmek zorundayım.
Bunu nasıl yapıyorum?
Nasıl bağlantı kuruyorum?
Seni bilgilendirmek, heyecanlandırmak,
seninle bağ kurmak için 20 dakikam var
ama en önemlisi,
mikrofonu açıp kapattığım
20 seferin 20'sinde de,
yüzünde bir gülümseme bırakmak zorundayım.
Bunların dışında, seni göremem,
senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum
ve senin tepkilerini
hiçbir şekilde ölçemem.
Bunu nasıl yaparsın?
Nasıl bir yabancıyla konuşursun?
Radyodaki 9 yılım bana bu
basit küçük hileleri öğretti.
Yabancılar,
her yerdeler.
Ve bize her zaman,
"Yabancılarla konuşma!" dendi.
Ama ben değişmesi için yalvarıyorum.
Her yabancı, bir fırsatla gelir,
yeni bir şey öğrenme fırsatı,
hiç yaşamadığın bir deneyimi
yaşama fırsatı
ya da hiç duymadığın bir hikâyeyi
duyma fırsatı.
O anı yaşadın, değil mi?
Tanımadığın birisiyle odadasın,
odanın karşısına bakıyorsun,
bir yabancı görüyorsun ve düşünüyorsun,
"Bu kişiyle konuşmak istiyorum."
İlk kelimeyi neredeyse duyuyorsun
ama bir türlü çıkmıyor,
bildiğin oraya takılıyor,
iniyor ve çıkıyor
ve bilmiyorsun -
Biliyor musun?
Tavsiyem şu: söyle gitsin.
En kötü ne olabilir?
Seninle konuşmak istiyorlar.
Şimdi seninle konuşmuyorlar.
İlk kelime baraj kapağıdır.
İlk kelimenin baraj kapağı görevi
gördüğüne inanıyorum.
İlk kelimeyi söylediğinde
diğer her şey akıp gider.
O yüzden basit tut.
Bir "Selam", bir "Hey", bir "Merhaba."
Her iyi bir oyun kurucunun yaptığını yap.
Sadece coşku, pozitiflik
ve enerji topla,
kocaman gülümse ve "Merhaba!" de.
Biliyorum. Şimdi garip
bir an olacak.
Yanında oturan kişiye dön,
elini uzat ve merhaba de.
Devam et.
(Gülüşmeler)
Bu anlamsız kahkahayı seviyorum.
"Bize neden bunu yaptırıyor?"
İlk kelime baraj kapağıdır.
Her gün karşılaştığımız
bir zorluk vardır.
Zaman.
Radyoda 90 saniyemiz var
ve bir yabancıyla yaptığımız o konuşmayı
hatırlanabilir kılmak zorundayız.
Peki bunu nasıl yaparsın?
En büyük zorluk nedir?
Açıkçası,
şu rutine saplanırsak:
"Selam!" "Merhaba!"
"Nasılsın?" "İyiyim."
"Ne yapıyorsun?" "Hiçbir şey."
"Aynı." "Ne var ne yok?"
İşte, 45 saniye boşa gitti.
Değil mi?
O zaman, benim tavsiyem:
havadan sudan konuşmayı geç
ve gerçekten kişisel bir soru sor.
Korkma.
Güven bana.
Sorduğunda kaç kişinin paylaşmaya
istekli olduğunu görünce şaşıracaksın.
Herhangi bir kişisel soru sor.
Belki: değişik bir isim.
Ailen bunu nasıl düşündü?
Ardında bir hikâye var mı?
Ya da...
Bu şehirde ne zamandır yaşıyorsun?
Buraya adım attığın
ilk günü hatırlıyor musun?
Bu soruların cevabı
her zaman eşsiz bir şeydir,
her zaman kişiseldir.
Denemek için benim favorim:
Nereden geliyorsun?
Ailen nerede yaşıyor?
Hata payı olmaksızın,
her seferinde bir taksiye oturduğumda
bunu yaparım.
Bu soruyu sorarım.
Nereden geliyorsun?
Ve ailen nerede yaşıyor?
Size kısa bir hikâye anlatayım.
Bir gece eve geliyordum ..
Taksiye bindim, kapıyı açtım,
oturdum ve dedim ki,
"Nerelisin? Ailen nerede yaşıyor?"
60 yaşındaki Pakistanlı
taksi şoförü
Peshawar'daki tüm hayatını
anlatmaya başladı.
Siyasetten konuştuk,
müzikten, ailesinden, karısından
çifliğinden konuştuk.
Ve 20 dakika sonra benim
harika gelin olduğuma ikna olmuştu,
Peshawardaki 26 yaşındaki üniversite
mezunu olan oğlu için.
(Gülüşmeler)
Ben taksiden inerken,
hevesli bakışlarla vesikalık
bir fotoğraf çıkarttı.
Söylemem lazım, çok zor
bir vedaydı.
Ama hikâyeden çıkan ders, gerçekten,
bir "Merhaba" ile başlayan
şeyin evlilik teklifiyle bitmesidir.
Bu bir uyarı.
(Gülüşmeler)
Üçüncü adım.
"Ben de"leri bul.
Hiç birisiyle tanıştın mı,
konuşmaya, tartışmaya başlar
gibi başlayan?
"Ben Delhi'denim."
"Delhi'den nefret ederim."
(Gülüşmeler)
Değil mi? Hiçbir şey konuşmayı
olumsuzluk kadar mahvedemez.
Birisiyle ilk tanıştığın zaman
o bir şeyi bulmak için çaba sarf et,
senin ve karşındakinin
ortak yönü olabilecek şeyi.
O noktadan başlayıp
oradan ilerlediğinde,
birden konuşmanın çok daha
kolaylaştığını göreceksin.
Bunun sebebi ikinizin de
bir konuda aynı tarafta oluyor olmanız.
Bu gerçekten güçlü bir his.
Şimdi düşünüyorsunuz, bir yabancıyla
ne gibi bir ortak yönünüz olabilir?
Her şey olabilir, değil mi?
Aynı anda aynı yerdesiniz,
belki aynı ülkedensiniz,
belki ikiniz de kışı seviyorsunuz
ya da yağmur yağsın istiyorsunuz.
Bilmiyorum, bir şeyler bulursun.
Bir "ben de" bulduğunda,
otomatik olarak karşındaki
insandan destek alırsın.
İnan bana, bunun yardımı olur.
Özgün bir iltifat et.
Bir yerde okumuştum;
insanlar ne yaptığını unutur,
ne dediğini unutur,
ama onlara nasıl hissettirdiğini
asla unutmazlar.
O yüzden cömert ol.
Dışarı çık ve birisine
hoş bir iltifatta bulun.
Ben "iltifat bağışıklık ölçüsü"ne
inanıyorum.
Ve bu yaşadığım bir
deneyimden geliyor,
bu muhteşem süper modelle
tanıştığım zamandan.
Ona baktım ve dedim ki:
"Vay be! Güzelsin!"
Yüzünde hiçbir tepki yoktu.
Kendi kendime düşündüm, "Nasıl?"
İşte o zaman farkettim,
"güzel" kelimesine karşı
bağışıklığı olduğunu.
Bugün muhtemelen yüz binlerce
kez bu kelimeyi duydu.
Sosyal medya kullanıyorsa,
milyon kere duydu.
Her birimizin bağışıklık kazandığı
bazı kelimeler vardır.
Bu "hoş" olabilir, "harika" olabilir,
"havalı" olabilir...
Bunlardan uzak dur.
Özgün ve gerçekçi bir
iltifat yaratmaya çalış,
yalan söylemek zorunda da değilsin.
Cidden.
Birine bak ve söyle,
"Gülümsemeni seviyorum,
senin burnun da gülüyor gibi
sonra gözlerin gülüyor
ve kulakların gülüyor
hatta alnın bile gülüyor
ve birden, tamamen sen
gülümsüyorsun."
Görüyorsun,
Umarım bu uzun süre
unutmayacağınız bir iltifat olur.
Özgün ve gerçekçi bir iltifat et.
Fikir sor.
Hepimizin fikirleri var, inan bana.
Hepsinin duyulmasını isteriz.
Herkes onay bekler.
O yüzden git ve bir fikir sor,
işte o zaman iki yönlü bir
sokağa çıkmış olursun.
Burası gerçek iletişimin başladığı yerdir,
sadece oldukça genel bi konuda
fikirlerini sorarak
bir insan hakkında ne kadar
çok şey öğreneceğine şaşıracaksın.
Bazı insanların yaptığı bir hata var.
Çok zor bir konuda fikrini sorarlar.
Bu neredeyse caydırıcıdır.
Çok bilgili insanlarla dolu,
odanın bir yerinde,
biri yanıma geldi ve dedi ki,
"Petrol fiyatlarının Dubai'deki
emlak piyasasını etkileyişi hakkında
ne düşünüyorsun?"
Köşeye sıkışmış hissettim.
Yanılabilirmişim,
ve bu bir sınavmış gibi hissettim
ve çıkarılacak ders bu.
Kimsenin ilk konuşmada
yanılması gerekmiyor.
Basit şeyler sor.
Genel tut.
Kahveni nasıl içmeyi seversin?
En son ne zaman film izledin?
Nasıl buldun?
Ve birisi sana fikir verdiğinde:
gerçekten dinle.
Cevaplamak için dinleme.
Dinlemek için dinle.
Arada fark var.
Bu beni diğer noktama getiriyor.
Anda ol.
Bunu yaşadın biliyorum.
Biliyorum ben yaşadım.
Birine kalbini açıyorsun
ve onlar şöyle,
"Evet, aynen, dinliyorum, devam et.
İki işi aynı anda yapabilirim!
Wİ-Fİ'a noldu?"
(Gülüşmeler)
Birisi seninle iletişime
geçmeye çalışırken
yapabileceğin en basit şey
o konuşmada olmak.
Sadece tüm kalbinle anda ol,
orada ol.
Ve -oh! - en sevdiğim kısım:
göz kontağı kur.
İnan bana, göz kontağı
tüm sihrin olduğu yer.
Konuşmayı hissedebilirsin.
İnan bana, birinin gözünün
içine bakarken
on kerenin dokuzunda başka yere
bakmaya cesaret edemezler, değil mi?
(Gülüşmeler)
Şimdi, keşke 1.6 milyon insanın
gözlerinin içine bakabilsem,
böylece reklam aralarında dinlemeyi
bıraktığınız için endişelenmezdim.
Bu beni en sevdiğim noktaya getiriyor
çünkü bence akılda kalıcı bir adı var.
İsim, şehir, hayvan, eşya.
Bu oyunu hatırlıyor musunuz?
Bir kişiyle ilgili küçük
detayları hatırlayın.
Adını hatırlayın.
Bu çok önemli.
Birisiyle 18. kez karşılaşıp
şunu demek berbat,
"Sen Paul olmalısın, yok Peter.
P ile başlayan ve şey ile biten.."
Bu korkunç. Birinin adını
hatırla ve ona söyle.
Onlara ne kadar önemli
hissettireceğini tahmin bile edemezsin,
tek detay da bu değil.
Diğer tüm detayları da hatırla.
Gitmeyi sevdikleri yerler,
gittikleri yerler,
gitmek istedikleri yerler,
evcil hayvanlarının adı.
Evcil hayvanları son zamanlarda nasıl?
Hoşlandıkları şeyler.
Çocuklarının adını hatırla,
bu tam isabettir.
Eşlerinin adını hatırla,
kız arkadaşlarının adını hatırla.
Sadece son ikisini karıştırma
çünkü bu felaket olabilir.
(Gülüşmeler)
İnsanlarla ilgili bu küçük şeyleri
hatırla ve onlara söyle,
sor, gerçekten ilgili ol
ve otomatikman onların iyiliğinin
bir yatırımcısı olmuş sayılırsın,
konuşmayı devam ettirmek için
sana karşı sorumlu hissederler.
İşte böyle.
Birisiyle diyaloğa geçmek için
yedi harika yol
ve tanımadığın bir yabancıyla
konuşmaya sıra geldiğinde
bir ara vermen için
yedi sebep.
Konuşmamı şu benzetmeyle bitireceğim.
Bir konuşma, kitap okumaya benzer.
İstediğin sayfaya çevirebilirsin.
En sevdiğin bölüme geçebilirsin.
İstediğin kadar okuyabilirsin,
istediğini okuyabilirsin
ve her insan, inan bana,
gerçekten iyi bir kitap.
Bütün insan hayatlarının
140 karaktere ve
çekici başlıklara
indirgenmesi beni çok üzüyor.
Çünkü biz bu değiliz.
Biz kısaltılmış sürümler değiliz.
Biz büsbütün insan hikâyeleriyiz.
Birbirimizden daha fazla şey hak ediyoruz.
Bu kütüphane dediğimiz büyük dünyada
ne yapacaksın?
Etrafta yürüyüp,
sert kapaklı nüshalara bakıp
başlıkları mı okuyacaksın?
Yoksa gerçekten bir kitaba uzanıp,
bir sayfa açıp, bir hikâyeyi
okumaya mı başlayacaksın?
Karar senin.
Teşekkürler.
(Alkışlar)