-
Title:
Bir tartışmayı nasıl kazanırsınız (ABD Yüksek Mahkemesi veya herhangi bir yerde)
-
Description:
ABD Yüksek Mahkemesi yargıcı Neal Katyal, bir tartışmayı kazanmanın sırrının büyük, retorik ya da kibar bir tavır olmadığını bundan daha fazla bir şey olduğunu söylüyor. Mahkemeden önce tartıştığı en etkileyici birkaç davanın hikayeleriyle Katyal, ikna edici ve başarılı bir tartışma yapmanın anahtarının neden insan ilişkilerinde, empatide ve fikirlerinizin gücüne olan inancınızda yattığını gösteriyor. "Soru, her tartışmayı nasıl kazanacağınız değil, kaybettiğinizde nasıl ayağa kalkacağınızdır." diyor.
-
Speaker:
Neal Katyal
-
14 yıl önce,
-
ilk davamı savunmak için
Yüksek Mahkemede yerimi aldım.
-
Bu, herhangi bir dava değildi.
-
Uzmanların, Yüksek Mahkemenin duyduğu
-
en önemli davalardan bir tanesi
şeklinde adlandırdıkları bir davaydı.
-
Guantanamo'nun yasal olup olmadığı
ve Cenevre Sözleşmeleri'nin
-
terörle mücadelede uygulanıp
uygulanmadığını dikkate alıyordu.
-
11 Eylül'deki korkunç saldırılardan sonra
ele avuca sığmayan yıllardı.
-
Yüksek Mahkemenin yedi tane
Cumhuriyetçi atananı,
-
iki tane de Demokrat atananı vardı
-
ve şans eseri müvekkilim
Osama Bin Laden'in şoförüydü.
-
Bana muhalif olan kişi ise ABD Başsavcısı,
-
Amerika'nın en iyi mahkeme avukatıydı.
-
Otuz beş tane dava savunmuştu,
-
ben ise 35 yaşında bile değildim.
-
Her şey yeterince zor değilmiş ki
-
Senato, ABD İç Savaşı'ndan beri
ilk kez böyle bir şey yaparak
-
davayı Yüksek Mahkemenin duruşma
listesinden kaldıran yasa tasarısını
-
İletişim uzmanları gerilim yaratmam
¶
-
ve size ne olduğunu söylememem
gerektiğini söylüyor.
-
Ama konu şu ki davayı biz kazandık.
-
Peki nasıl?
-
Bugün bir tartışmayı Yüksek Mahkemede
veya herhangi bir yerde
-
nasıl kazanacağımız hakkında konuşacağım.
-
Bilinen bir görüş, kendinize güvenerek
konuşmanız gerektiğidir.
¶
-
Bu şekilde ikna edebilirsiniz.
-
Bence bu yanlış bir görüş.
-
Bence kendine güvenmek
ikna etmenin düşmanı.
-
İkna etmek empatiyle, bir insanı
tamamen anlamakla alakalı.
-
TED'i TED yapan şey de bu,
-
bu konuşmayı dinlemenizin sebebi de bu.
-
Bu konuyu herhangi bir yayının
sayfalarında da okuyabilirdiniz
-
ama okumadınız.
-
Yüksek Mahkeme davalarında da
aynı şey geçerli,
-
dava özetlerini sayfalara yazıyoruz
-
ama aynı zamanda
sözlü tartışmalar da yapıyoruz.
-
Hakimlerin sadece sorular yazdığı
ve sizin de cevaplar yazdığınız
-
bir adalet sistemimiz yok.
-
Neden mi?
-
Çünkü tartışma etkileşimle alakalı.
-
Ne yaptığımı ve bu derslerin nasıl
genellenebilir olduğunu anlatmak için
¶
-
sizi perde arkasına götürmek istiyorum.
-
Sadece mahkemede bir tartışmayı
kazanmak için değil
-
ama çok daha derin bir şey için.
-
Açıkçası bu, alıştırma yapmayı içerecek
-
ama herhangi bir alıştırma değil.
-
Guantanamo için ilk
alıştırma seansımda Harvard'a gittim
-
ve o efsanevi profesörler
beni soru yağmuruna tuttu.
-
Her şeyi okumuş olmama ve milyon kere
prova yapmış olmama rağmen
-
kimseyi ikna edemiyordum.
-
Savunmalarım yankı bile yapmıyordu.
-
-
mümkün olan her şeyi yaptım,
-
her kitabı okudum,
milyon kere prova yaptım
-
ve hiçbir işe yaradığı yoktu.
-
Sonunda tesadüfen birisine rastladım,
-
oyunculuk koçuydu, avukat bile değildi.
-
Yüksek Mahkemeye hiç ayak basmamıştı.
-
Bir gün dalgalı beyaz bir gömlek
ve bolo kravatla ofisime geldi.
-
Katlanmış kollarımla bana baktı
-
ve "Bak Neal, bunun işe yarayacağını
-
düşünmediğini söyleyebilirim
-
ama sadece dediğimi yap.
-
Bana savunmandan bahset." dedi.
-
-
ve savunmamı okumaya başladım.
-
"Ne yapıyorsun?" dedi.
-
"Sana savunmamdan bahsediyorum" dedim.
-
"Savunman bir not defteri mi?" diye sordu.
-
"Hayır ama savunmam
not defterinde yazılı." dedim.
-
"Neal, bana bak
ve savunmandan bahset." dedi.
-
Ben de öyle yaptım.
-
Aniden fikirlerimin
yankı yaptığını fark ettim.
-
Başka bir insanla bağlantı kuruyordum
-
ve ben konuşurken oluşmaya
başlayan gülümsemeyi görebiliyordu.
-
"Tamam Neal, şimdi savunmanı
elimi tutarken yap." dedi.
-
"Ne?" dedim.
-
"Evet, elimi tut." dedi.
-
Çaresizdim bu yüzden elini tuttum.
-
"İşte bağlantı bu,
ikna etmenin gücü bu." dedim.
-
Bu, bana yardımcı oldu.
¶
-
Ama doğrusunu söylemek gerekirse
savunma günü yaklaştıkça hala geriliyorum.
-
Savunmanın kendini başka
birinin yerine koymak
-
ve empati yapmakla alakalı
olduğunu bilmeme rağmen
-
önce sağlam bir temele ihtiyacım vardı.
-
Bu yüzden konfor alanımın
dışına çıkarak bir şey yaptım.
-
Mücevher taktım
ama herhangi bir mücevher değil
-
babamın savunmadan
birkaç ay önceki vefatına kadar
-
bütün hayatı boyunca
taktığı bir bilezik taktım.
-
Annemin bana uygun bir zaman için
verdiği bir kravat taktım.
-
Not defterimi çıkardım ve üstüne
çocuklarımın ismini yazdım
-
çünkü bunu yapıyor olmamın sebebi onlardı.
-
Onlar için ülkeyi bulduğumdan
daha iyi bir şekilde bırakmalıydım.
-
Mahkemeye gittim ve sakindim.
¶
-
Bilezik, kravat, çocuklarımın ismi
-
odaklanmamı sağladı.
-
Tıpkı uçurumun ötesinden uzanan
bir kaya tırmanıcısı gibi
-
eğer sağlam bir desteğiniz
varsa ulaşabilirsiniz.
-
Tartışma ikna etmekle alakalı olduğu için
¶
-
duygulardan kaçınmam
gerektiğini biliyordum.
-
Duyguları açığa çıkarmak
başarısızlık getirir.
-
Bir e-postayı koyu renkle
ve büyük harflerle yazmak gibi
-
kimseyi ikna etmez.
-
Bu sizinle, konuşmacıyla
alakalı olan bir şey,
-
dinleyici ya da alıcıyla alakalı değil.
-
Bazı ortamlarda çözüm duygusal olmaktır.
¶
-
Ailenizle tartışıyorsunuz
-
duygularınızı kullanıyorsunuz
ve işe yarıyor.
-
Neden mi?
-
Çünkü aileniz sizi seviyor.
-
Ama Yüksek Mahkemenin hakimleri
sizi sevmiyor.
-
Kendilerini duygularla ikna edilebilen
insan tipi olarak düşünmeyi sevmiyorlar.
-
Ben de, muhalifimin duygusal reaksiyon
vermesine yol açmak için
-
bir tuzak kurarak bu iç görüyü
tersine tasarladım.
-
Böylece hukukun istikrarlı
ve sakin sesi olarak görülebilirdim.
-
Bu işe yaradı.
-
Guantanamo mahkemelerinin düştüğünü
ve kazandığımızı öğrenmek için
¶
-
mahkeme salonunda
oturduğumu hatırlıyorum.
-
Adliyenin basamaklarından inerek
çıktığımda bir basın fırtınası vardı.
-
Beş yüz kamera vardı ve hepsi bana,
-
"Karar ne anlama geliyor? Ne söylüyor?"
diye soruyorlardı.
-
Karar 185 sayfa uzunluğundaydı
-
ve okumak için zamanım olmadı,
kimsenin zamanı olmadı.
-
Ama ne anlama geldiğini biliyordum.
-
Mahkeme basamaklarında dediğim şey şuydu:
¶
-
"Burada olan şey şu:
-
En düşüğün en düşüğüne sahipsiniz,
-
bin Laden'in şoförü olmakla
suçlanan bu adam
-
etrafımızdaki en korkunç
adamlardan birisi.
-
Sadece herhangi birine dava açmadı
-
ama aslında millete,
dünyanın en güçlü adamına
-
Amerika Birleşik Devletleri'nin
başkanına dava açtı.
-
Davası bir çeşit uyduruk
trafik mahkemesinde değil
-
ülkedeki en yüksek mahkemede,
-
Amerika Birleşik Devletleri'nin
Yüksek Mahkemesinde görüldü
-
ve davayı kazandı.
-
Bu, bu ülke için dikkate değer bir şey.
-
Diğer birçok ülkede
-
bu şoför muhtemelen sadece
dava açtığı için vurulurdu.
-
Benim için daha da fazlası,
avukatı da vurulurdu.
-
Ama Amerika'yı farklı yapan şey bu,
-
Amerika'yı özel yapan şey bu."
-
Bu karar sayesinde
-
Cenevre Sözleşmeleri
terörle mücadele için uygulanıyor.
-
Bu da dünya çapında
hayalet hapishanelerin son bulması,
-
suyla boğma işkencesinin son bulması
-
ve o Guantanamo askeri mahkemelerin
son bulması anlamına geliyor.
-
Düzenli olarak kanıt toplayarak
-
ve hakimleri tamamen anlayarak
-
abartısız bir şekilde
dünyayı değiştirebildik.
-
Kulağa kolay geliyor, değil mi?
¶
-
Çok fazla alıştırma yapabilirsiniz,
-
duygularınızı göstermekten
kaçınabilirsiniz
-
ve siz de her tartışmayı kazanabilirsiniz.
-
Üzülerek söylüyorum ki
o kadar basit değil,
-
stratejilerim dört dörtlük değil
-
ve herkesten daha çok
Yüksek Mahkeme davası kazanırken
-
çok fazla şey de kaybettim.
-
Aslında Donal Trump başkanlığa
seçildikten sonra
¶
-
anayasa gereği korkmuş bir
şekilde konuşuyordum.
-
Lütfen anlayın bu, Sol'a karşı Sağ
-
ya da onun gibi bir şeyle alakalı değil.
-
Bu konuda konuşmak için
için burada değilim.
-
Ama yeni başkanın
göreve başladığı ilk hafta
-
havalimanlarında oluşan
o sahneleri hatırlarsınız.
-
Başkan Trump, bir seçim kampanyası
vaadi vererek şöyle demişti:
-
"Ben, Donald J. Trump,
Amerika'ya olan Müslüman göçlerinin
-
tamamen durdurulmasını sağlayacağım."
-
Aynı zamanda "Bence İslam bizden
nefret ediyor." demişti.
-
Nüfusunun büyük bir
çoğunluğu Müslüman olan
-
yedi ülkeden gelen göçleri yasaklayarak
bu sözünü yerine getirdi.
-
Hukuki ekibim ve diğerleri
mahkemeye gitti ve dava açtı.
-
İlk seyahat yasağını kaldırttılar.
-
Trump yeniden yasak getirdi.
-
Tekrar mahkemeye gittik
ve yine yasağı kaldırttık.
-
Trump yine yasak getirdi
-
ve bu sefer Kuzey Kore'yi de
ekleyerek yasağı değiştirdi.
-
Çünkü hepimiz Amerika'nın
-
Kuzey Kore'yle büyük bir göç
problemi olduğunu biliyoruz.
-
Ama bu, avukatlarının
Yüksek Mahkemeye gidip
-
"Görüyorsunuz bu Müslümanlara
karşı yapılan ayırımcılık değil,
-
diğer insanları da içeriyor."
demelerine olanak sağladı.
-
Buna müthiş bir cevabımız
olduğunu düşündüm.
¶
-
Sizi detaylarla sıkmayacağım
-
ama biz davayı kaybettik,
-
5'e 4 oyla.
-
Yıkılmıştım, ikna etme güçlerimin
azaldığından endişelenmiştim.
-
-
Birincisinde,
-
Yüksek Mahkemenin Japon Amerikalıların
enterne edilmesini tartışan
-
seyahat yasağı görüşünden
bir kısım gözüme ilişti.
-
Bu, 100 binin üzerinde
Japon Amerikalının
-
kamplarda enterne edildiği
tarihimizdeki korkunç bir andı.
-
Bu plana karşı çıkan gözde insanım
-
Washington Üniversitesi öğrencisi
olan Gordon Hirabayashi'ydi.
-
"Bak, ilk kez yakalanıyorsun,
eve gidebilirsin" diyen FBI'a teslim oldu.
-
Gordon "Hayır, ben bir Kuveykırım,
-
adaletsiz kanunlara direnmeliyim." dedi.
-
Onu tutukladılar ve mahkum edildi.
-
Gordon'nun davası
Yüksek Mahkemede görüldü
-
ve yine sahip olduğunuz
¶
-
herhangi bir beklenti duygusunu
yok ederek o şeyi yapacağım
-
ve size ne olduğunu anlatacağım.
-
Gordon kaybetti
-
ama basit bir sebep yüzünden kaybetti.
-
Devletin en iyi
mahkeme avukatı olan Başsavcı,
-
Yüksek Mahkemeye, Japon Amerikalıların
enterne edilmesinin
-
askeri gerekliliklerden dolayı makul
olduğunu söylediği için Gordon kaybetti.
-
Bu kadardı,
-
kendi ekibi Japon Amerikanların
enterne edilmesine
-
gerek olmadığını açığa çıkarmasına rağmen
-
FBI ve istihbarat teşkilatı,
-
Başsavcının dediklerine inandı.
-
Aslında söylenenler ırksal
ön yargıyla güdülenmişti.
-
Ekibi Başsavcıya yalvardı,
-
"Doğruyu söyle,
kanıtları ortadan kaldırma."
-
Peki Başsavcı ne yaptı?
-
Hiçbir şey.
-
Mahkemeye gitti ve "askeri gereklilikler"
hikayesini anlattı
-
ve mahkeme Gordon'ın hükmünü onayladı.
-
Ertesi yıl, Fred Korematsu'nun
enterne edilmesini onayladı.
-
Neden bunun hakkında düşünüyordum?
¶
-
Çünkü neredeyse 70 yıl sonra,
-
aynı ofise, Başsavcılığa gittim.
-
Japonların enterne edilmeleri davalarında
-
devletin gerçekleri yanlış
beyan ettiğini söyleyerek
-
doğruları açıkladım.
-
Yüksek Mahkemenin seyahat yasağı
görüşünü düşündükçe
-
bir şey fark ettim.
-
Yüksek Mahkeme o görüşte,
-
Korematsu davasında yetkisini kullanarak
kararı iptal etmek için çaba harcamıştı.
-
Japonların enterne edilmesinin
yanlış olduğunu söyleyen
-
artık sadece Adalet Bakanlığı değildi,
-
Yüksek Mahkeme de öyle olduğunu söyledi.
-
Bu, tartışmalar için önemli
bir ders, zamanlama.
¶
-
Hepinizin tartışırken kullandığı
önemli bir kozu vardır.
-
Tartışmalarınızı ne zaman yapıyorsunuz?
-
Sadece doğru tartışmaya ihtiyacınız yok,
-
doğru tartışmaya
doğru zamanda ihtiyacınız var.
-
Ne zaman dinleyicileriniz,
eşiniz, patronunuz, çocuğunuz
-
en anlayışlı zamanında olacak?
-
Bazen tamamen kontrolünüzden çıkar.
¶
-
Gecikmenin çok kapsamlı bedelleri var.
-
Bu yüzden gidip
mücadele etmeniz gerekiyordur
-
ve tıpkı benim gibi yanlış bir
zamanlama yakalayabilirsiniz.
-
Seyahat yasağında düşündüğümüz şey buydu.
-
Gördüğünüz üzere
-
bunun için Başkan Trump'ın
döneminde henüz erkendi.
-
ve Yüksek Mahkeme, Trump'ın imzasını
iptal etme girişimi için hazır değildi.
-
Tıpkı FDR'nin Japon Amerikalı enternesini
iptal etmeye hazır olmadıkları gibi.
-
Bazen sadece risk almanız gerekir.
-
Ama kaybettiğinizde çok acı vericidir
-
ve sabretmek gerçekten zordur.
-
Ama bu bana aldığım
ikinci dersi hatırlatıyor.
¶
-
Suçsuzluğu kanıtlama sonradan gelişse bile
-
savaşmanın ne kadar önemli
olduğunu fark ettim
-
çünkü ilham veriyor, eğitiyor.
-
Ann Coulter'ın Müslüman yasağıyla alakalı
yazdığı bir köşe yazısını okumuştum.
¶
-
Dediği şey şuydu:
-
"Trump karşıtu tartışan
birinci kuşak bir Amerikalı vardı,
-
ismi Neal Katyal.
-
Amerika'dan nefret eden
birçok onuncu kuşak var.
-
Tartışmak için bir tanesini
bile bulamadınız,
-
ülkemizi toplu göçlerle yok mu etmeliyiz?
-
Bu, duygunun, iyi bir tartışma
için lanetli olan bir şeyin,
-
benim için önemli olduğu andı.
-
Beni geri döndürmek için duyguyu
mahkeme salonunun dışına çıkardı.
-
Coulter'ın yazdıklarını
okuduğumda sinirlendim.
¶
-
Birinci kuşak Amerikalı olmanın beni
yetersiz kılacağı fikrine karşı çıkıyorum.
-
Toplu göçlerin bu ülkenin sonunu
getireceği fikrine karşı çıkıyorum.
-
Bunun yerine toplu göçleri bu ülkenin
inşa edildiği bir kaya olarak görüyorum.
-
Coulter'ın yazdıklarını okuduğumda
¶
-
geçmişimdeki birçok şey hakkında düşündüm.
-
Hindistan'dan buraya
-
cebinde 8 dolarla gelen
ve siyahi tuvaletini mi
-
yoksa beyazların tuvaletini mi
kullanacağını bilmeyen babamı düşündüm.
-
Kesimhanedeki ilk iş teklifini düşündüm.
-
Bir Hindu için güzel bir iş değil.
-
Başka bir Hint aileyle
Chicago'da bir mahalleye
-
nasıl ve ne zaman taşındığımızı düşündüm
-
ve o ailenin çimenliklerinde
yanmış bir haç vardı.
-
Çünkü ırkçılar, Afrikalı Amerikalıları
-
ve Hinduları ayırt etmede
pek de iyi değillerdi.
-
Guantanamo süresince
-
Müslüman sever olduğum için
-
aldığım nefret postalarını düşündüm.
-
Yine ırkçılar, Hindular
-
ve Müslümanlar arasındaki
farkları bilmede iyi değiller.
-
Ann Coulter, bir göçmenin çocuğu
olmanın zayıflık olduğunu düşündü.
¶
-
Son derece haksızdı.
-
Bu, benim gücüm
-
çünkü Amerika'nın neyi temsil etmesi
gerektiğini biliyordum.
-
Amerika'da,
-
benim, cebinde 8 dolarla buraya
gelen bir adamın çocuğunun,
-
Amerika Birleşik Devletleri
Yüksek Mahkemesinde
-
Osama Bin Laden'in şoförü gibi
-
nefret edilen bir yabancı
adına durabileceğini
-
ve kazanabileceğini biliyordum.
-
Bu bana davayı kaybetmiş olmama rağmen
¶
-
Müslüman yasağı konusunda da
haklı olduğumu fark ettirdi.
-
Mahkeme ne karar verirse versin
-
göçmenlerin bu ülkeyi güçlendirdiği
gerçeğini değiştiremediler.
-
Aslında birçok anlamda en çok
göçmenler bu ülkeyi seviyor.
-
Ann Coulter'ın yazdıklarını okuduğumda
-
Anayasamızın şanlı sözlerini düşündüm,
-
Anayasanın Birinci Ek Maddesi'ni.
-
"Kongre, dini bir kuruma ilişkin
herhangi bir yasa yapmayacaktır."
-
Milli inançlarımızı düşündüm.
-
"E plurbis unum."
-
"Birçok şeyden meydana gelen tek şey."
-
-
tamamen bir tartışmayı
kaybetmenin tek yolunun
-
vazgeçmek olduğunu fark ettim.
-
ABD Kongresinin davasına katıldım
ve Başkan Trump'ın
-
nüfus sayımına vatandaşlık sorusunu
eklemesine karşı çıktım.
-
Büyük çıkarımları olan bir karardı.
-
Oldukça zor bir davaydı.
-
Birçok insan kaybedeceğimizi düşündü.
-
Ama davayı kazandık,
-
5'e 4 oyla.
-
Yüksek Mahkeme,
-
Başkan Trump ve kabine sözcüsünün
yalan söylediğini açıkladı.
-
Ayağa kalktım ve tekrar savaşa katıldım,
¶
-
umarım her biriniz de kendi
yöntemlerinizle böyle yaparsınız.
-
Ayağa kalkıyorum
-
çünkü iyi tartışmaların sonunda
galip geldiğine inanıyorum.
-
Adaletin yayı uzun
-
ve sıklıkla yavaşça geriliyor
-
ama biz onu gerdiğimiz sürece geriliyor.
-
Sorunun her tartışmayı
nasıl kazanacağınız olduğunu değil,
-
kaybettiğinizde nasıl ayağa kalkacağınız
olduğunu fark ettim.
-
Çünkü nihayetinde
iyi savunmalar galip çıkacak.
-
İyi bir savunma yaparsanız
-
bu, daha çok dayanmanızı,
-
temelinizin ötesine uzanmanızı
-
gelecek zihinlere ulaşmanızı
sağlayan güce sahip.
-
Bütün bu anlattıklarımın
önemli olmasının sebebi de bu.
¶
-
Sırf kazanmış olmak için bir tartışmayı
nasıl kazanacağınızdan bahsetmiyorum.
-
Bu, bir oyun değil.
-
Bunu size anlatıyorum
çünkü şimdi kazanmasanız bile
-
eğer iyi bir savunma yaparsanız
tarih sizi haklı çıkaracak.
-
Her zaman o oyunculuk koçunu düşünüyorum
¶
-
ve tuttuğum elin
-
aslında adaletin eli olduğunu
fark etmeye başladım.
-
Uzatılan el sizin için de gelecek.
-
Bir kenara itmek ya da onu
tutmaya devam etmek size kalmış.
-
Dinlediğiniz için çok teşekkürler.
¶