Merhaba, Toplumsal Tabakalaşma ve Eşitsizlik dersiyle ilgili bu programımızda, Vatandaşlık, Eşitsizlikler ve Tabakalaşma üzerinde duracağız. Vatandaşlık ya da diğer adıyla yurttaşlık genel olarak bir devlete ait olmakla ilgili haklar ve yükümlülükler getiren birey ve devlet arasındaki bir hukuksal bağ olarak tanımlanır. Bu hukuksal bağ, bireyin hem bir topluma üyeliğine hem de söz konusu kişinin içinde bulunduğu toplumun siyasal kararlarına katılımına işaret eder. Vatandaşlığın kavram ve kurum olarak ortaya çıkışının, Antik Yunan’da siyasal yani kamusal alanın ortaya çıkışıyla eş zamanlı olduğu kabul edilir. Zaman içindeyse vatandaşlık; Roma’nın civis, civitas (sivis/sivitas) kavramlarına göre, düzenlenmiş siyasal bir cemaatin üyesi olmak biçiminde daha kesin bir anlam kazanır. Bugünkü bildiğimiz anlamıyla siyasal, ekonomik ve sosyal haklara sahip bir vatandaşlık anlayışının gelişmesi ve bu hakların kadın-erkek, yoksul-zengin tüm insanlara açık hale gelmesiyse modern ulus devletlerin gelişimiyle gerçekleşir. Bunların ilki, yiyecek ve barınmayı kapsayan refah ve temel ihtiyaçlara yönelik ekonomik haklardır. İkincisi hem refah uygulamalarına erişimi hem de eğitime erişimi içeren kültürel haklardır. Üçüncüsü ise bireysel özgürlükler gibi geleneksel liberal kaygılar alanını ve parlamento gibi siyasi araçlar vasıtasıyla ifade hakkını kapsayan siyasal haklardır. meselesi üzerinden ele alınır. Aslında, vatandaşlık, aynı anda üç farklı sürece işaret eder: Birincisi, vatandaşlık, hak ve sorumluluklardan oluşmuş formel hukuki bir statüdür; ikincisi, içinde bulunulan toplumun geleceğini şekillendirecek olan siyasal alana katılıma işaret eder; üçüncüsü ise içinde bulunulan topluluğa bir üyelik veya mensubiyet bağıdır. Vatandaşlığın bu birbiriyle ilişkili üç hâli, bir bireyi içinde bulunduğu toplumun üyesi yapacak etkinlik tarzlarıyla tanımladığı gibi, aynı zamanda o toplumun üyesi olmayanları yani dışarıda bırakılan bireyleri de tanımlar. Antik Yunan’da ortaya çıktığını söylediğimiz vatandaşlık bu dönemde eşitlik içermez. Örneğin Atina’da vatandaşlık, on sekiz yaşından büyük Atinalı bir baba ve anneden dünyaya gelen erkekleri kapsayan bir statüdür. Sonuç olarak, Antik Yunan’da vatandaşlık, kadınları, köleleri ve yabancıları dışarıda bırakmakla birlikte, hür ve servet sahibi erkeklerin kamusal yaşama sırası geldiğinde yöneten ve yönetilen olarak katılması anlamına gelir. Roma imparatorluğu ile birlikte dönüşüme uğrayan vatandaşlık feodalizmle birlikte sönümlenir ve tekrar ortaya çıkışında Rönesans etkili olur. Ancak modern vatandaşlığın ortaya çıkışında itici güç Fransız Devrimidir. Modern vatandaşlığın kuruluşunda etkili olan bireylerin siyasal kimliklerindeki dönüşümlerse; feodal sistem, monarşik sistem, tiranlık, ulus ve yurttaşlık sırasıyla gelişir. Bu bağlamda, modern yurttaşlıkta var olan özerklik, statüde eşitlik ve yönetime katılım kavramları, teorik açıdan yurttaşlığı, feodal, monarşik ve tiranlıktaki sosyo-politik kimlik biçimlerinden farklı kılar. Modern ulus devletlerinde vatandaşlığa baktığımızda, modern dönem öncesi yurttaşlık için aranan kan ve toprak ölçütünün modern dönemde bir ulus devlete mensubiyet koşuluna dönüştüğünü görürüz. Modern devlet içinde vatandaşlığın erdemleri, daha uygar ve çoğulcu demokrasinin bir bileşeni ve parçası olarak görülür. Vatandaşlığın merkezinde bireyleri ulus öncesi topluluklarla olan bağlarını kopararak kendi tekeline alma yatar. İnsanların, bir devlet etrafında birleştirilmesi ve evrensel hakların tanınmasıyla statü farklılıkları ortadan kaldırılması anlamına gelen vatandaşlık, bu dönemde ulusun inşa edilmesiyle aynı şey olarak görülür. Yurttaş yetiştirme görevi ve ulusun inşasıysa okullara verilir. Marksizim modern anlamdaki vatandaşlık anlayışını biçimsel bir eşitlik anlayışına sahip olmakla eleştirir. Buna göre ekonomik anlamda eşit olmayan bireyler eşitliği sadece hukuksal ve kültürel anlamda deneyimler. Modern liberal yurttaşlık, herkesi eşit sayan soyut ve resmi eşitlik idealiyle gerçekte yaşanan eşitsizliği hem gizler hem de yurttaşlığı bu eşitsizlik üzerine inşa eder. Ulus devletin inşa sürecinde kadınların vatandaşlığına baktığımızda bu sürece en geç dahil olan toplumsal kesim olduğunu görürüz. Bunun nedenleri arasında devletlerin, ulusların ve yurttaşların arasında eril bir dilin hakim olması ve feminist çalışmaların yurttaş meselesinin kuramsal boyutunu ihmal etmesi yer alır. Kadınların vatandaşlık statüsünü daha iyi anlayabilmek için, Liberal ve Cumhuriyetçi perspektiften kadın yurttaşlığının nasıl ele alındığına değinmek gerekir. Liberal anlayış, kadınların statüsünü toplumun dışında bırakan cinsiyet körü bir vatandaşlık önerir. Kadın ve erkeği aynı olarak ele alan bu bakış kadının dezavantajlı koşullarını görmezden gelir. Ayrıca liberal anlayış kamusal ve özel alan ayrımını esas alır. Bu ayrıma göre kamusal alan rasyonaliteyi özel alan duygusallığı ifade eder. Bu durum ise kamusal alanın erkeğe özel alanın kadına ait olduğu sonucunu doğurur. Sonuç olarak, liberal gelenekte yurttaş̧; cinsiyetsiz, soyut, toplumsal bağlam dışında, yüksüz yani bağlayıcı sorumlulukları olmayan bir birey olarak tanımlanmıştır. Cumhuriyetçi perspektiften kadın yurttaşa bakıldığında yine kamusal ve özel alan ayrımının olduğu görülür. Feminist bakış açısına göre, kadınların sosyal, siyasî ve medenî haklara sahip olmaları yurttaşlık pratikleri acısından tam anlamıyla eşit olmaları için yeterli değildir. Bu nedenle ana akım vatandaşlık söylemini eleştirir. Bir diğer vatandaşlık meselesi göçmenler, mülteciler ve sığınmacılar açısından ele alınır. Modern devletler kendi uluslarını vatandaş olarak sayarken diğerlerini yabancı olarak görür. Her devlet vatandaşlarla yabancılar arasına kavramsal, yasal ve ideolojik bir ayrım koyar. Bu durum göçmenlerin vatandaşlık deneyimlerinde farklılıklara neden olabilir. Bazı ülkelerde göçmenlerin vatandaş olması çok zorken bazı ülkelerde kültürel asimilasyon karşılığında göçmenler vatandaş kabul edilir. İsveç ve Kanada gibi ülkelerdeyse göçmenler kendi kültürlerini koruyarak vatandaş olabilirler. Görüldüğü üzere devletler göçmen vatandaşlığı için siyasal, sosyal ve kültürel düzenlemelere gitmek zorunda kalır. Birleşmiş Milletler mültecilere yasak haklar tanımış ve koruma garantisi vermiştir. Sığınmacılar ise uluslararası sınırlar içinde koruma arayışında olan ancak mülteci statüleri henüz karara bağlanmamış kişilerdir. Sığınmacı konumundakilerin kişisel statüleri belirlenmediğinden çoğu ülkede çalışma hakkı ve sosyal haklar gibi birçok haktan mahrum kalır. Küreselleşmeyle birlikte farklı vatandaşlık biçimleri ve fikirlerinde söz etmek de mümkündür. Avrupa Birliği vatandaşlığı küresel vatandaşlığın ilk örneğidir. Bu vatandaşlık ilk kez bir ülkenin coğrafi sınırları olmaksızın ve ulus-devlet egemenlik alanı dışında hukuksal bir gövde olarak açığa çıkan bir vatandaşlık kategorisidir. Bir diğer vatandaşlık türü olan radikal demokratik vatandaşlık, hukuki bir statünün ötesinde ortak bir politik kimlik kazanımını ifade eder. Bir diğer kuramsal yaklaşım ise farklılaştırılmış vatandaşlık düşüncesidir. Bu teoriye göre, eşitliğin aynılık olarak algılandığı evrensel vatandaşlık ideali yerine tüm hakların farklılıkların göz önüne alınıp verilmesi gereklidir. Farklılaştırılmış bir vatandaşlık anlayışı, toplumun heterojenliğini tanıyan ve daha adil bir uygulama olduğunu ileri sürer. Toplumsal Tabakalaşma ve Eşitsizlik dersiyle ilgili bu programımızda, Vatandaşlık, Eşitsizlikler ve Tabakalaşma konusunu ele aldık. Konumuzla ilgili; başlıklarına değindik. Bir başka programda tekrar görüşmek dileğiyle hoşçakalın.