Kuzey Wisconsin'de büyürken doğal olarak Mississippi Nehri'yle aramda özel bir bağ oluştu. Küçükken kız kardeşimle M-i-s-s-i-s-s-i-p-p-i'yi en hızlı kim heceleyebilir gibi oyunlar oynardık. Ortabatı'yı keşfetmek ve Meksika Körfezi'nin ticaret rotasını çıkarmak için ilkokuldayken ilk kaşifleri ve onların seferlerini, Marquette ve Joliet'i, Büyük Nehirleri, Mississippi Nehri'ni nasıl kullandıklarını ve akarsu yollarını öğrendim. Lisansüstü eğitimim sırasında Mississippi Nehri, Minnesota Üniversitesi'ndeki laboratuvar penceremin hemen dışında olduğu için çok şanslıydım. O 5 yıllık dönemde Mississippi Nehri'ni tanıma fırsatı buldum. Değişken doğasını, bir anda kanallarına su bastığını, kısa bir süre sonra ise kıyı şeridinin kuruduğunu öğrendim. Bugün bir fiziksel organik kimyacı olarak Mississippi Nehri gibi nehirleri insan aktivitelerinden oluşabilecek aşırı tuzlanmadan korumak için eğitimimi kullanmaya kendimi adadım. Çünkü bildiğiniz gibi tuz, tatlı su nehirlerini kirletebilen bir maddedir. Tatlı su nehirleri, sadece %0.05 tuz oranına sahiptir. Bu seviyedeki suyu içmek güvenlidir. Ancak gezegenimizin büyük çoğunluğundaki suyu okyanuslarımızda bulunur, ve okyanus suyunun tuzluluk oranı %3'ten fazladır. Eğer onu içerseniz çok hızlı bir şekilde hastalanırsınız. Yani gezegenimizdeki okyanus suyunun hacmiyle nehir suyunun hacmini karşılaştırırsak ve diyelim ki okyanus suyunu olimpik bir yüzme havuzuna sığdırabiliyoruz, bu durumda dünyadaki tüm nehir suları 3,7 litrelik bir sürahiye sığar. Yani çok değerli bir kaynak olduğunu görebiliyoruz. Ama değerli bir kaynak gibi mi davranıyoruz? Yoksa kapı önüne koyulan, ayaklarımızı sildiğimiz eski bir paspas gibi mi davranıyoruz? Nehirlere eski paspas gibi davranmanın ciddi sonuçları var. Bir bakalım. Sadece bir çay kaşığı tuzun yapabildiklerini görelim. Eğer okyanus suyuyla dolu olan bu olimpik yüzme havuzuna bir çay kaşığı tuz eklersek okyanus suyu, okyanus suyu olarak kalır. Ama aynı çay kaşığı tuzu tatlı nehir suyuyla dolu olan bir sürahiye koyarsak bir anda içmek için çok tuzlu hale gelir. Burada sonuç, nehirlerin hacmi okyanuslarla karşılaştırılınca çok küçük olduğu için insan aktivitelerine karşı daha hassas olması ve korunmaları için onlarla ilgilenmemiz gerektiğidir. Son zamanlarda dünyadaki nehir sağlığına bakmak için kaynakları inceledim. Su kıtlığı çekilen ve ağır sanayi gelişmelerinin olduğu şehirlerde oldukça kötü bir nehir sağlığı bekliyordum. Kuzey Çin ve Hindistan'da tam da bunu gördüm. Ama 2018'den bir makale okuduğumda çok şaşırdım. Amerika'da örneklendirilmiş 232 nehir numune bölgesinden bahsediyordu. Bu bölgelerin %37'si yükselen tuz seviyelerine sahipti. Bundan daha da şaşırtıcı olan ise, tuzluluk oranı en hızlı yükselenlerin Amerikan'nın doğu kısmında bulunmasıydı, çorak güneybatısında değil. Bu makalenin yazarları bunun sebebinin yollardaki buzları eritmek için kullanılan tuz olabileceğini varsaymışlar. Potansiyel olarak bu tuzun diğer bir kaynağı tuzlu endüstriyel atık suları olabilir. Gördüğünüz gibi, insanların aktiviteleri tatlı sularımızı okyanus sularımıza benzeyen suya çevirebiliyor. Bu yüzden geç olmadan harekete geçip bir şeyler yapmalıyız. Benim bir önerim var. 3 adımlı nehir savunma mekanizmasını kullanabiliriz ve endüstriyel su kullanıcıları bu savunma mekanizmasını kullanırsa nehirlerimizi çok daha güvenli bir pozisyona getirebiliriz. Bu süreç ilk olarak su geri dönüşüm ve tekrar kullanım operasyonlarını sağlayarak nehirlerden daha az su çekilmesini içerir. İkinci olarak bu tuzlu endüstriyel atık sularındaki tuzu çıkarıp yeniden kazandırıp başka amaçlar için kullanmalıyız. Üçüncü olarak şu anda madenlerden sağladıkları tuzları tüketen tuz tüketicilerini geri dönüşümden elde edilen tuzları kullanan tüketicilere çevirmeliyiz. Bu üç kısımlı savunma mekanizması şu anda zaten kullanılıyor. Kuzey Çin ve Hindistan nehirlerini rehabilite etmek için kullanıyor. Ancak bu önerideki amaç, nehirlerimizi rehabilitasyona ihtiyaç duymadan savunma mekanizmasıyla onları korumak. İyi haber şu ki, bunu yapabilecek teknolojiye sahibiz. Zar süzgeçler ile. Zar süzgeçler, su ile tuzu ayrıştırabiliyorlar. Zar süzgeçler yıllardır aramızdalar ve büyüklüklerine ya da enerji yüklerine göre ayrılan polimerik materyallerden oluşurlar. Tuz ve suyu birbirinden ayıranlar genellikle elektrik yüküne göre ayrıştıranlardır. Bu zar süzgeçler negatif yüklü olurlar ve erimiş tuzda bulunan negatif yüklü florid iyonları uzaklaştırmaya yardımcı olur. Dediğim gibi bu zar süzgeçler uzun zamandır aramızda ve şu anda, her dakika 25 milyon galon suyu temizliyorlar Aslında bundan da fazlası temizleniyor. Ama fazlasını da yapabilirler. Bu zar süzgeçler ters osmoz prensibine dayanırlar. Şimdi, osmoz dediğimiz vücudumuzda doğal olan bir olaydır-- işte, hücrelerimizin çalışma şekli. Osmoz ise iki farklı seviyede tuz konsantrasyonu olan iki odadır. Biri düşük tuz konsantrasyonuna sahip diğeri yüksek tuz konsantrasyonuna sahip. İki odayı ayıran şey yarı geçirgen zardır. Doğal osmoz sürecinde su doğal olarak zar süzgeçin içinden düşük tuz konsantrasyonlu taraftan yüksek tuz konsantrasyonlu tarafa doğru, dengeye ulaşana kadar geçer. Şimdi, ters osmoz, bu doğal osmoz sürecinin tersidir. Bu ters işlemi gerçekleştirmek için yüksek konsantrasyonlu alana baskı uyguluyoruz ve bu şekilde suyu ters tarafa yönlendiriyoruz. Böylece yüksek konsantrasyonlu taraf daha tuzlu, daha konsantre hâle geliyor ve düşük konsantrasyonlu taraf ise arınmış, temiz su hâline geliyor. Ters osmoz yöntemini kullanarak endüstriyel atık suyunun yaklaşık %95'ini arıtıp temiz su hâline getirebiliyoruz. Geri kalan %5 ise tuzlu konsantre karışım oluyor. Şimdi, bu %5 tuzlu konsantre karışım atık değil. Bilim insanları sadece belirli tuzların geçebildiği süzgeçler geliştirdi. Aynı zamanda nanofiltrasyon diye bilinen zar süzgeçleri kullanarak bu %5 konsantre tuzlu solüsyon arıtılmış tuz solüsyonuna çevrilebiliyor artık. Yani, ters osmoz ve nanofiltrasyon zarları kullanarak endüstriyel atık suyunu hem suya hem de tuza dönüştürebiliyoruz. Bu şekilde nehir savunma mekanizmasının bir ve ikinci adımlarını başarıyoruz. Şimdi, bunu birçok endüstriyel su kullanıcısına sundum ve ortak cevapları ise şu oldu: "İyi, hoş ama kim benim tuzumu kullanacak?" Bu yüzden üçüncü adım oldukça önemli. Maden tuzunu kullananları geri dönüşüm tuzu tüketicilerine çevirmemiz gerekli. Peki kim bu tuz tüketicileri? 2018'de ABD'de tüketilen tuzun %43'ünün yoldaki buzu çözmek için kullanıldığını öğrendim. %39'u kimya sanayisinde kullanılıyordu. Gelin bu iki uygulamaya bakalım. Çok şaşırmıştım. 2018-2019 kış aylarında bir milyon ton tuz Pensilvanya eyaletinin yollarına dökülmüş. Bir milyon ton tuz Empire State binasının üçte ikisini doldurmak için yeterli. Bu dünyadan çıkarılmış, yollarımıza dökülmüş sonra doğaya ve nehirlerimize karışmış bir milyon tuz. Buradaki öneri ise bu tuzu tuzlu endüstriyel atık sularından elde edip nehirlerimize karışmasını önleyerek yollarda kullanmak. Böylece bahar gelip buzlar eridiğinde ve bu yüksek tuz oranına sahip akış başladığında nehirler kendilerini bundan korumak adına daha iyi bir konumda olacak. Bir kimyager olarak heyecan duyduğum fırsat döngüsel tuzu kimya endüstrisine tanıtmak. Klor-alkali endüstrisi bunun için mükemmel. Klor-alkali endüstrisi epoksi kaynağıdır, üretanlar, çözücüler ve gündelik hayatta kullandığımız diğer birçok faydalı ürünün kaynağıdır. Besleme yığını olarak sodyum klorür tuzu kullanır. Buradaki fikir şu ama öncelikle doğrusal ekonomiye bakalım. Doğrusal ekonomide o tuzu madenden çıkarırlar, klor-alkali sürecinden geçer, basit kimyasala dönüşür, ve böylece başka yeni ürüne veya daha fonksiyonel bir ürüne dönüştürülür. Ancak bu dönüşüm sürecinde tuz genellikle yan üründür ve endüstriyel atık suyuna karışır. Amacımız, döngüselliği tanıtabilmek, fabrikaların endüstriyel atık su akıntılarından suyu ve tuzu ayırabilmek ve bunu klor-alkali işleminin ön ucuna gönderebilmek. Döngüsel tuz. Peki bu ne kadar etkili? Gelin bir örneğe bakalım. Dünyadaki propilen oksit üretiminin %50'si klor-alkali süreciyle elde edilir. Bu, küresel olarak yıllık bazda yaklaşık 5 milyon ton propilen oksit demek. Yani dünyadan çıkarılıp klor-alkali işleminden geçip propilen oksite dönüştürülen ve sonra bu işlem sırasında atık su akıntılarına karışan 5 milyon ton tuz demek. 5 milyon ton üç tane Empire State binasını doldurmaya yetecek tuz demektir. Bu yıllık bazda. Döngüsel tuzun nehirlerimizi aşırı tuzlu akıntıdan nasıl koruyacağını görüyorsunuz. "Bu süzgeç zarlar yıllardır varmış, peki neden atık suyun tekrar kullanımı için yerleştirilmiyor?" diyebilirsiniz. Kısacası atık suların tekrar kullanımını uygulamak maliyetli bir iş. İkincisi bu bölgelerdeki sular çok geç olana kadar önemsenmiyor. Tatlı su sürdürülebilirliği için plan yapmamanın ciddi sonuçları var. Almanya'daki Ren Nehri'nin düşük su seviyesinden dolayı geçen yıl 280 milyon dolar zarar eden dünyanın en büyük kimyasal üreticilerinden birine sorabilirsiniz. Yıldan yıla su kaynaklarını kurutan bir kuraklık yaşayan ve sonra sifonlarını çekmemeleri söylenen Güney Afrika, Cape Town sakinlerine sorabilirsiniz. Gördüğünüz gibi, burada süzgeç zarlarla saf su, saf tuz sağlayabileceğimiz, bu iki süzgeci kullanarak nehirleri gelecek nesiller için koruyabileceğimiz çözümlerimiz var. Teşekkürler. (Alkış)