Başlamadan önce... Burada olmaktan çok mutluyum, tam da buradan neler olacağını izlemekten de. Bunu da söylediğime göre başlayalım: En büyük ihtiyaçlarımızdan biri ne? Beynimiz için en büyük ihtiyaçlarımızdan biri? Cevabı söylemek yerine göstermek istiyorum. Hatta hissetmenizi istiyorum. Önümüzdeki 14 dk içinde hissetmenizi istediğim çok şey var. Hepimiz bir ayağa kalkabilir miyiz? Birlikte Strauss'tan bir parça canlandıracağız. Hepiniz biliyorsunuz. Tamam mı? Hazır mısınız? İzleyiciler: Evet! Beau Lotto: Pekâlâ. Hazır, bir, iki, üç! Sadece son kısmını. (Müzik: Richard Strauss "Also Sprach Zarathustra") Tamam mı? Nasıl ilerlediğini biliyorsunuz. (Müzik) İşte geliyor. (Müzik birden kesiliyor) Oh! (Gülme sesleri) İşte... Toplu geri çekilme. Pekâlâ, oturabilirsiniz. (Gülme sesleri) Bitirmeye dair temel bir ihtiyacımız var. (Gülme sesleri) Bitirmeyi çok seviyoruz. (Alkışlar) Dinlediğim hikâyelere göre Mozart yatmaya gitmeden önce piyanosuna geçer ve ''da-da-da'' yaparmış. Yatmaya geçmiş babası buna sinir olurmuş. Yataktan kalkar ve melodinin son notasını çalarmış ki yeniden uyuyabilsin. (Gülme) Bitirmeye yönelik bu ihtiyaç bize şunu düşündürüyor: En büyük korkumuz ne? Düşünün -- büyürkenki, hatta şimdi en büyük korkumuz ne? Karanlık korkusu. Belirsizlikten nefret ediyoruz. Bilmemekten nefret ediyoruz. Nefret ediyoruz. Korku filmlerini düşünün. Korku filmleri hep karanlıkta çekiliyor, ormanda, gece vakti, denizin derinliklerinde, uzayın karanlığında. Bunun da nedeni ölmek evrim boyunca kolaydı. O şeyin avcı olduğundan emin olamadıysanız artık çok geç olurdu. Beyniniz tahmin etmeye evrildi. Tahmin edemiyorsanız ölüyordunuz. Beyninizin tahmin ediş şekli de geçmişte faydalı olan ön yargı ve varsayımları çözmekti. Ancak bu varsayımlar beyninizin içinde kalmıyor. Onları dünyaya yansıtıyorsunuz. Orada kuş yok. Anlamı ekrana siz yansıtıyorsunuz. Size söylediğim her şey aslında tamamen anlamsız. (Kahkahalar) Anlamı siz yaratıyor ve bana yansıtıyorsunuz. Nesneler için doğru olan şey insanlar için de doğru. Siz onların "ne" ve "ne zaman"larını ölçebilirken "neden"lerini asla ölçemezsiniz. Yani insanları renklendiriyoruz. Kendi ön yargı ve tecrübemize göre onlara bir anlam yüklüyoruz. O yüzden en iyi tasarım her zaman belirsizliği düşürmekle ilgili olandır. Belirsizliğe adım attığımızda bedenlerimiz fizyolojik ve mental olarak buna tepki verir. Bağışıklık sisteminiz çökmeye başlar. Beyin hücreleriniz zayıflar hatta ölür. Yaratıcılığınız ve zekanız düşüşe geçer. Genellikle korkudan kızgınlığa geçeriz, bunu çok sık yaşarız. Sebebi belirsizlik durumu. Ahlaki olarak yargılayıcı oluruz. Kendimizin ekstrem bir hâline dönüşürüz. Muhafazakâr biriyseniz daha muhafazakâr olursunuz. Özgürlükçüyseniz daha özgürlükçü olursunuz. Çünkü aşina olduğunuz bir yere gidiyorsunuz. Sorun şu ki dünya değişiyor. Ya uyum sağlayacağız ya da öleceğiz. A'dan B'ye gitmek istiyorsanız ilk adım B değil. İlk adım A'dan, A olmayana gitmek -- ön yargı ve varsayımlarınızdan arınmak; beynimizin kaçınmaya evrildiği o yere adım atmak; bilinmeyene adım atmak. Bu yere gitmemiz o kadar temel ki beynimiz bize bir çözüm sunmuş. Evrim bize bir çözüm sunmuş. Muhtemelen en derin algısal deneyimlerimizden biri. Şaşkınlık deneyimi. (Müzik) (Alkışlar) (Müzik) (Alkışlar) (Müzik) (Alkışlar) (Müzik) (Alkışlar) (Tezahüratlar) (Alkışlar) Beau Lotto: Ne kadar harika, değil mi? Muhtemelen hepiniz şu anda az veya çok şaşkınlık içindesiniz. Değill mi? Beyninizde neler oluyor o zaman? Binlerce yıldır, şaşkınlık üzerine düşüyor, yazıyor ve bunu deneyimliyoruz ama yine de bunun hakkında çok az şey biliyoruz. Bunun ne olduğu ve ne yaptığını anlamak adına benim Lab of Misfits organizasyonum harika bir fırsat edindi ve tanıdığımız en büyük şaşkınlık yaratıcılarıyla çalıştı: yazarlar, yaratıcılar, direktörler, muhasebeciler, Cirque Du Soleil insanları. Ve Las vegas'a gittik, orada bu performansı izleyen insanların beyin aktivitelerini kaydettik, ''O'' performansının en az 10 izlenişini, Cirque'nin imza performansı. Performans öncesinde davranışları da ölçtük, performans sonrasında başka bir grubunkini de. Yani 200'ün üzerinde insanı dâhil ettik. Peki şaşkınlık nedir? Şu an beyninizde neler oluyor? Tamam bu bir beyin durumu. Beyninizin ön kısmı, prefrontal korteks, idari fonksiyonlarınızdan sorumlu kısım, dikkat kontrolünüz, şu anda azalarak düzenleniyor. Kısaca DMN dediğiniz, beyninizin varsayılan mod ağı kısmı ki bu kısım beyninizde pek çok alanın etkileşimidir ve fikir üretmek gibi şeylerde aktif olur, uyumsuz düşünme veya hayal kurma gibi yaratıcı düşünme durumlarında, şu anda artarak düzenleniyor. Ve tam şu anda da... prefrontal korteksinizdeki aktivite değişiyor. aktivitesinde daha asimetrik hâle geliyor, sağ tarafa doğru kayıyor, insanların dış dünyaya adım atmasıyla yüksek oranda ilişkili, geriye çekilmesinin tam tersi. Aslında bu insanların beyinlerindeki aktivite birbiriyle o kadar ilişkili ki biz yapay bir sinirsel ağ geliştirebiliyor ve insanların şaşkınlık içinde olup olmadığını ortalama %75 doğruluk oranıyla tahmin edebiliyoruz, maksimum oransa %83. Peki bu beyin durumunda ne oluyor? Başkalarının gösterdiğine göre, örneğin Profesör Haidt ve Keltner insanların küçük ama dünyayla bağlantılı hissettiğini söylediler. Sosyal davranışları artış gösteriyor çünkü başkalarına karşı artan bir yakınlık hissediyorlar. Yine bu çalışmada şunu gösterdik ki insanlar bilişsel kontrole daha az ihtiyaç duyuyor. Bitirme olmadan belirsizlik konusunda daha rahatlar. Risk alma güdüleri de artıyor. Hatta risk arayışında oluyorlar ve risk göze almada daha iyiler. Gerçekten dikkate değer bir şey de insanlara şunu sorduğumuzda "Şaşkınlık deneyimlemeye meyilli biri misiniz?" Performans sonrasında performans öncesine göre pozitif cevap verme olasılıkları daha fazla. Kendilerini ve geçmişlerini yeniden tanımlıyorlar. Şaşkınlık bizden daha büyük bir algı. Joseph Campbell'in sözleriyle, ''Şaşkınlık bizi ileriye taşıyan şey.'' Çok sevgili bir arkadaşın sözleriyle, muhtemelen en iyi fotoğrafçılardan biri, hâlâ yaşayan fotoğrafçılardan Duane Michaels, bana geçen gün dedi ki belki de korkaklığımızı yenmemiz için bize gereken merakı sağlıyor. Kimin umrunda? Neden umursuyoruz? Çatışmaları düşünün, şu an toplumumuzun her bir yanında var olan bir şey. Eğer ikimiz bir çatışma içindeysek aynı çizginin iki uç noktasındayız demek. Benim amacım yanıldığınızı kanıtlayıp sizi kendime çekmek. Ama sorun şu ki siz de aynını yapıyorsunuz. Benim yanıldığımı kanıtlayıp beni kendinize çekiyorsunuz. Çatışma, kazanma üzerine kurulu, öğrenme üzerine değil. Beyniniz yalnızca hareket edersek öğrenir. Hayat da hareket demek. Peki şaşkınlığı kullanırsak -- çatışmadan kurtulmak için değil, çatışma da temel, beynimiz bu şekilde gelişiyor, bu şekilde öğreniyor -- ama bunu çatışmaya daha farklı bir giriş yapmak için kullansak? Şaşkınlığı en az iki farklı şekilde çatışmaya girmek için kullansak? Biri, bilmemenin alçak gönüllülüğü ve cesaretini bize vermesi için. Çatışmaya bir cevap için değil bir soru için girmek. O zaman ne olur? Çatışmaya kesinlik değil, belirsizlikle girmiş oluruz. İkincisi ise, çatışmaya giriş şeklimizin ikna etmeye değil, anlamaya yönelik olması. Çünkü herkes kendini anlamlı bulur. Başkasını anlamak için de onların davranışına yön veren ön yargı ve varsayımları anlamak gerek. Bir pilot çalışma başlattık, insanlarda hoşgörüyü sağlamak için sanat kaynaklı şaşkınlıktan yararlanmaya çalışıyoruz. Sonuçlar inanılmaz olumlu. Sanat kaynaklı şaşkınlık deneyimiyle kızgınlık ve nefreti yatıştırabiliyoruz. Önemini de anladığımıza göre şaşkınlığı nerede bulabiliriz? Peki ya... Bir öneri: Şaşkınlık sadece görkemli yerlerde bulunmuyor. Şaşkınlık çok temel. Dağlar, deniz ve kıyı manzarası... Basit olanda imkânsızı görmek için kendimizi yeniden ölçeklendirsek? Çünkü bu doğruysa ve verillerimiz doğruysa bilim gibi girişimler, macera, sanat, fikirler, aşk, bir TED konferansı, bir performans sadece şaşkınlıktan ilham vermekle kalmıyor belirsizliğe doğru merdivenlerimiz olarak gelişmemize yardım ediyor. Çok teşekkürler. (Alkışlar) Lütfen gelin. (Alkışlar) (Tezahüratlar) (Alkışlar)