Yola çıktım Mardin'e Düştüm senin derdine Evet! (Alkış) Hoş geldiniz. Konu Mardin olunca ve özellikle konu ne yaparsan yap, birileriyle yap deyince ben bu coşkuya, yaşadığım her ana, her başarıma mutlaka birilerini ortak ederek başlıyorum. Bu duyguyla başlıyorum. Bu duyguya da sizi ortak etmek istedim. Başardığımda paylaştığımda, paylaştıkça başardığımda insanların bu işe ruh verdiğine inanıyorum. Ben bu ruhla çalışıyorum. Mardinli bir ailenin kızıyım, enteresan bir hikâyem var. Doğu kültüründe hangi dinden ve kültürden olursanız olsun, erkek çocuk çok önemli. Dolayısıyla erkek çocuk evlendiği zaman gelin eve geliyor. O büyük konaklardaki her oda bir gelin için açılıyor. Annem ve babam evlendiği zaman, ailenin en güzel, en becerikli ve en küçük gelini olarak annem eve geliyor. Fakat bu farklılıklarından dolayı, diğer gelinler tarafından annem çok hoş görülmüyor. Annemin talihsizliği, ta ki iki kız çocuğu doğurana kadar devam ediyor. O zamanki gündem değişiyor. Annemin yeni konusu, "Senin erkek çocuğun olmuyor." Allah'ın bir vergisi, annem tekrar hamile ve herkes bir erkek çocuk beklentisi içerisindeyken, hatta annenannem annemin çok üzülmemesi için, "Bana erkek çocuk müjdesini verene bir altın para vereceğim," diyor ve annem doğum için hastaneye gidiyor. Bütün aile bir erkek çocuk beklentisi içerisinde hastaneye gidiyor. Hemşire heyecanla geliyor, diyor ki, "Teyze," diyor, "gözün aydın" anneanneme "Bir kızın oldu." Diyor "Eh! Sana kalsın, istemiyoruz." O doğan kız çocuğu bendim. Babam diyor ki, "Üç tane kız çocuğum var ama hepsini erkek gibi yetiştireceğim," diyor ve "Onlara üniversite okutacağım," diyor ve bizi alıp İstanbul'a getiriyor. Annem ve babamın en büyük hayali bize üniversite okutmaktı. Sonra bir mucizemiz oldu, bir erkek kardeşimiz oldu. Biz 4 kardeş üniversiteyi bitirdik. Babamın idealindeki gibi, çok iyi yerlerde kendi işlerimizi kurduk. Marmara Üniversitesi Turizm Rehberlik Bölümü mezunuyum, profesyonel turist rehberiyim. 98 yılında bir meslektaşımla evlendim, İzmirliydi eşim. 99 yılında ülkedeki siyasi değişimler, sonra Marmara depreminin olmasından sonra ikimiz de turizm sektöründe ülkede turizmin durma noktasına geldiği durumda işsiz kaldık. Biz Mardin'i hiç görmedik, ben ve kardeşlerim. Biz babamın Mardin özlemleriyle büyüdük. Hep bize Mardin'i anlattı ama hiç götürmedi. Sonra eşime dedim ki, "Hadi gel Mardin'e gidelim beraber." ve Mardin'e gittik, ben büyülendim. Bence bir iş yapmak istiyorsak fark yaratmalıydık ve Mardin'de olmalıydık. Eşime dedim ki, "Hadi gel Mardin'e yerleşelim." Eşimi ikna etmek çok zor olmadı ve dedi ki, "Tamam, olur." Sonra "Hayatta her zaman bir amacınız olsun," diyen babamın karşısına dikildiğim zaman "Ben Mardin'e gidiyorum," dediğimde "Gidemezsin," dedi. Ben 24 yaşındaydım, gözü karaydım, her şeyi yapabilirdim. "Ben gidiyorum, sen buna karışamazsın. Sen bu imkânı bana verdin, beni buraya kadar okuttuysan ben gidiyorum," dedim. Mardin'e gittim. Mardin güvenlik sorununu henüz çözememiş, birçok dinden ve kültürden insanın yaşadığı, kültürel zenginlikleri harika bir şehir ve dolayısıyla, bence turizm burada gelecek vadediyordu. Şehir 600 bin nüfusluydu o zaman. Ağırlıklı geçim kaynağı tarım ve sınır ticaretiydi ama güvenlik sorununu henüz çözemediğinden, tarım sektörünün içerisinde bulunduğu durum çok sıkıntılı olduğundan, sınır ticaretiyle olan ilişkileri de bir gün kapının kapalı kalması, Irak ve Suriye kapısının kapalı kalması, o bu nedenlerden; aslında çok da sağlıklı bir durum yoktu. Ciddi bir sanayi yatırımı da olmadığı için aslında Mardin'de en büyük sıkıntı işsizlikti. Bana göre turizm de gelecek vadediyordu. Ben burada turizm yapacaktım. 99 yılının kayıtlarına baktım. İstatistiklerine, TÜİK raporlarına baktım. Mardin'i ziyaret eden turist sayısı 11 bin. Bu rakamları lütfen bir kenara kaydedin ve yatak kapasitesi 220 ve ben burada turizm yapacağım. 3 yıldız kötü bir otel, bir esnaf lokantasından başka bir turizm yatırımı olmayan Mardin'de turizm yapacaktım. Çok inatçıydım, çok kararlıydım. İstanbul' da tanıdığım bütün acentalara gittim. İçimde fırtınalar kopuyor, "Ben Mardin'e gidiyorum!" diye. Ondan sonra eşime soruyorlar: "Ne hissediyorsun, radikal bir karar aldın. Mardin'e yerleşiyorsun." Diyordu ki "Ebru bilir ben bilmiyorum," diyordu. Mardin'e gittim. İnsanlara anlamadıkları bir dilden bahsediyorsunuz. Terör sorununu henüz çözememiş bir şehirde, özellikle ve özellikle ailemin yanında dayımın, öldükten sonra yengem ve çocuklarının bir arada yaşadığı bir yerde, ben onların yanında kalıyordum. Giyinmem, yaşantım farklıydı. Gelinlere kötü örnek oluyordum. Babama kafa tutmuştum. Dolayısıyla -- kuzenlerim şey demeye başlamışlar yengeme, "Söyle Ebru'ya geri gitsin, bizim başımıza iş açacak." Gelinlere kötü örnek oluyorum çünkü. Durum böyleyken Mardin'de neler yapılabilir diye herkese Mardin'deki heyecanımdan, burada turizm yapılacak, harikalar olacak falan diye bahsederken, herkesin tek söylediği bir şey vardı: "Hayırlı olsun, devam edersin," diye. 2000 yılının Eylül ayında bir Alman turist grubuna eşlik ediyorum. Tek bir otel var ve tek bir restoran. Akşam yemeğine grubum orada yemek yediler. Sonra grup lideri dedi ki, "Öğlenleyin yarın Urfa'ya gitmeden önce yine burada mi yiyeceğiz?" Evet burada yiyeceksiniz. "Yemekler çok kötü Ebru," dediler, "başka bir yer bulmak zorundasın." Serdar diye bir rehber abim. "Serdar abi başka yer yok, burası var sadece." "Ebru, bak bir yere geldin, bir iş yapıyorsun, alternatif yaratmazsan bu iş yürümez ve ben grubuma yarın, bunlar Alman konsolosluğunun misafirleri, Harran'dan sonra işte Adıyaman, GAP; birçok proje, program var. Yarınki programı aksatamam ve yarın gerçekten yemek yemem lazım ve burada yemeyeceğim," dedi. Şimdi durum böyle olurken ben tabii o heyecanımı anlattığım insanlara, öncelikle restoran sahibine gittim. Dedim ki, "Ben -- Lütfen patates haşla. Bu insanlar patates haşlasınlar, patates yesinler çünkü bu yemekler çok yağlı, devam edemeyeceklerini söylüyorlar." "Yarın cuma," dedi, "senin 28 kişinle uğraşamam," dedi. "Nereye götürürsen götür." Alternatifsiz olduklarını çok iyi kullanmaları çok canıma dokunmuştu. Babam karşıydı. Aileye karşı bir şeydi ve insanlara bir şeyler yapabileceklerini anlatmaya çalışırken Mardin de karşıydı sanki bana. Sonra eşim bölgenin koşullarına alışamayınca o da gitmişti. Eve gittim. Yengeme durumu anlattım. Dedim böyle böyle, çok ağladım o gün. "Herkes bana karşı, ben güzel bir iş yapmaya çalışıyorum. Niye böyle her taraftan bir darbe yiyorum?" diye ve yarın dedim, "Grubumu götürebileceğim, yemek yiyeceğim hiçbir yer yok." Yengem dedi ki, "Kaç kişi grubun?" 28, dedim. "İyi" dedi, "buraya getir." Nereye, dedim, "eve getir," dedi. "Her gün kaç 28 kişiye yemek yapıyorum ki!" dedi. İyi peki, dedim, sen bilirsin, emin misin? "Git" dedi. Gittim sabahleyin Deyrulzafaran Manastırı'na, Mardin'i bilenler bilir. Grup liderine çok hızlı bir şekilde dedim ki, "Biliyor musunuz size harika bir yer buldum yemek yemek için," dedim. "Neresi?" dedi. Yengemin evi. Sonra dedi ki, "Ben eve girersem bu grubu oradan çıkartamasam ondan sonra Urfa, Harran, sıra gecesi programı ne olacak?" dedi. "Söz veriyorum," dedim. "Bir buçukta her şey hazır olacak, sizi otobüsünüze ben bindireceğim," dedim. Eve gittim. O günkü heyecanımı hatırlamıyorum ama Mardin'i biliyorsunuz. Dağın eteğinde kurulmuştur, sokaklar merdivenlidir. Ben o kalenin altındaki eteğin eve giderken ayaklarımın titrediğini hissettim. Ben bir söz vermiştim ama kime karşı söz vermiştim? Beni nasıl bir sürpriz bekliyordu bilmiyordum. Ondan sonra eve geldim, beni karşılayan sadece yengem değildi. Yengem sokaktaki bütün kadınları, gelinleri bir araya toplamış, çeyizler inmiş, avluda harika bir sofra hazırlanmış, yemekler yapılmış. Ondan sonra paylaşım başladı. "Söylesene," dedi yanımdakine, "O yemeği ben yaptım." Öbürü dedi ki, "Şu yemeği ben yaptım." Muhabbet çok uzadı, herkes harika bir ortam. Saat 4'te iş bitti. Program altüst oldu, ondan sonra grubum gitti. Yengem okuma yazma bilmiyor ama okusaydı çok şeyler olacağına inandığım bir kadın. Bu işi benimle yapar mısınız, dedim, "Ne işi?" dedi. Ben size grup getireceğim, dedim. Siz yemek hazırlayacaksınız, bu işten para kazanacağız. Olur mu, dedim, kadınlar da "Aaa olur!" falan böyle. Sonra aynı mahallede sekiz tane tarihi evlerden seçtik. Sonra onları düzenledik. Ondan sonra ben menüler yazdım 1,2,3,4 diye. Okuma yazma bilmeyen çoğunlukta. Çocuklarıyla iletişim kuruyordum. Şey diyordum, "Söyle annene 5. menüden 40 kişi gelecek. Yarın sizin evdeyiz." Çocuklar onları annelerine söylüyorlar. Biz bu işle birlikte böyle bir sektör yarattık 21 kadınla beraber. (Alkış) İnsanlara inanmadıkları bir işten bahsediyorsunuz. Onlara yatırım yapmalarını söylüyorsunuz, bu çok zordu. Orta Doğu'ya yakın bir yerde, birinin hapşırdığında bütün dünyanın nezle olabileceği bir coğrafyada siz insanları turizm yatırımına çağırıyorsunuz, bu da bir ütopyaydı. Dolayısıyla ne yapacaklarsa yapsınlar, Mardinlinin kendisi yapacağına çok inandırdım kendimi ve bir değişim başladı ve biz o kadınlarla birlikte yemekler yapmaya başladık, bizi basın duydu. Basında herkes bizi aramaya başladı. Mardin'de kadınlar yemek yapıyorlarmış, diye bizi sormaya başladılar ve ondan sonra biz bu işten para kazanmaya başladık. Sonra 21 Mart 2001 yılı, Diyarbakır havalimanında İtalyan grup, 32 kişilik bir İtalyan grubu ağırladım ve o grubu görür görmez grup liderine dedim ki, "Lale" dedim, "Diyarbakır'da, sen Hasankeyf Midyat yap, Mardin'de buluşuruz. Bu grubun 5 yemeği var bende." "Niye?" "Çünkü," dedim, "biz hep yer sofralarında yemek yedirmeye çalışıyoruz. Bu insanlar 65 yaş orta üstü ve ben bunları yer sofrasına oturtamam, masa sandalye bulmaya Mardin'e gidiyorum," dedim. Masa sandalye aramaya gittim Mardin'e çünkü yer sofrası -- baktım ki bu olacak iş değil, sonra İstanbul'daki Topkapı Sarayı'nda, Beylerbeyi Sarayı'nda turistlere yemek verdiğimiz geldi, koşarak Mardin Müzesi'ne gittim. Dedim ki, "Ben turist gruplarına yemek vermek istiyorum. Kafeteryanızı bize verir misiniz?" diye. Ondan sonra, Mardin valisine gittim durumu anlattım. Kafeteryayı alın, dedi. Mardin Müzesi yeni açılmış, ödeneği yok, kimse ziyaret etmiyor. Temizlik sorunu var, su sorunu var gibi sorunlar var. Bizim kadınlar orayı ele aldı. O 21 tane kadın, bu sefer benimle bir ordu olmaya başladık. Biz her yere giriyoruz, her şeyi biz başarabiliriz. 21 tane kadın geliyor, müzenin bütün görünen yerlerini temizliyorlar, tuvaletlerini temizliyorlar, belediyeden su getiriyoruz tankerle. Sonra oraya yemek yemek isteyen herkes para ödemeye başlıyor, büyük bir sirkülasyon oluşmaya, para dönmeye başladı, herkes çok memnun ama görüntü çok komik. Saat 11 civarında bizim kadınlar ellerinde tencereleriyle Mardin Müzesi'nin kapısında bekliyorlar, herkes soruyor: "Ne oluyor müzede?" Bir gün diyorlar ki, "Bugün mevlüt var." Öbür gün, "Bugün düğün var." Mevlüt ve düğünlerin sonu gelmeyince birileri bizi şikayet etti. Mardin valisi kesin kararlı bir tavırla "Müzede yemek olmaz Ebru Hanım!" dedi. Bir kere daha yenildim. Ne yapardım? Babam karşı, herkes karşı ama beni destekleyen, değişime inanan bir kadın grubu var. Herkes çok üzüldü, o kadınlar benden daha çok üzüldü. Ben o zaman hayatıma şöyle bir şey söyledim çünkü şöyle bir şey vardı turizm sektörü çok küçük. İstanbul'da heyecanla Mardin hayallerimi anlattığım insanlara gidip de "Ben yapamadım," demek istemedim çünkü sonra "Yeni bir iş verin, ben o işi beceremedim ama bana başka bir iş daha verin," demek bana göre değildi. Ben bu işi yapacağım, dedim. Önce hayatımı değiştireceğim, önce kendime bir ev bulacağım, kendi başıma yaşayacağım, dedim. Bir ev buldum cadde ortasında. Herkesin işte çok böyle istemediği bir ev, harika bir evdi. 1888 tarihli bir konak, Ermeni mimar tarafından yapılmış Mardin'de taş işlemeciliğinde önemli örneklerden bir tanesi. Ancak o kadar yıpranmış ki, 94 yılından beri içerisinde insan yaşamamış. Şu kadar bir anahtar verdi ev sahibi bana. O anahtarı aldım ve koşarak yengemin yanına gittim. "Biliyor musun," dedim, "ev tuttum. Hayatımı kurmaya karar verdim." Yengem, "Hayırlı olsun." Çünkü o da bir sorumluluktan kayboldu artık ama şimdi başka bir iş yapıyoruz, dedim. "Ne yapıyoruz?" dedi. Restoran açıyoruz, dedim. "Nasıl yani," dedi, evet dedim, restoran açıyoruz. Mardin'de bir restoran açacağız, bu en önemli şeyimiz olacak, dedim ve bütün kadınları bir araya topladım. Benimle var mısınız, dedim, hepsi evet dediler. 8 Haziran 2001 yılında Mardin'in ilk turistik işletmesi Cercis Murat Konağı'nı açtım. (Alkış) Ondan sonrası geliyor tabii. Mardin, bir kadın yalnız bir kadın, mutfağında kadınlar çalışıyor ve içkili bir restoran işletiyor ve turistlerle çalışıyor. Bunlar Mardin'de çok böyle aykırılıkların bir araya geldiği şeylerdi. Sonra küçük bir toplumda bir kadın için söylenebilecek her şeyi konuştular hakkımda, hiç duymadım. Kadınların oraya gelmesi zorlaştı. Karşımızda bir kahve vardı, bizim muhasebemizi bizden daha iyi tutuyorlardı. Sonra arkadaki kapıyı açtım, kadınlar oradan gidip gelmeye başladılar. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Yavaş yavaş insanlar bu işten para kazanacaklarını anladılar. Sonra adamlar gelmeye başladı yanında. "Ya bizim çocuklarla geldik de, bizim bir evimiz var, bunu ne yapalım?" diye bana sormaya başladılar. Mardin'de bir sektör oluştu. Turizm oldu ve harika işler yaptık. O kadınlar büyüdü. Geleneksel aile işçisi olarak çalışan kadınların ekonomiye kazandırılması en büyük şeydi. İnsanların en iyi bildiği işten başlamıştım, yemek yapmaktan. Düşünsenize 50 yaşındaki kadına, Türkçe bile bilmiyor, ben ona deseydim ki "Gelin size turizm öğreteceğim, sonra buraya turistler gelecek. Çok iş yapacağız," deseydim ben bu işte başarılı olamazdım ve ondan sonra, bu sektörün içerisinde onların en iyi bildiği işten arz ve talebi karşıladıktan sonra harika bir iş yaptık. 2014 yılına gelmeden önce 2007 yılında Türkiye'de, daha doğrusu dünyada Kent State Üniversitesi tarafından -- Kent State Üniversitesi tarafından dünyada 16 ülkede 4 kadından biri seçildim ve uygulanabilir geleneksel ekonomiler yaratma konusunda dünyada bir örnek seçildi Cercis Murat Konağı'nın açılma projesi. Sonra 2007 yılında yine sosyal girişimcilik ödülü aldık çünkü bütün herkesi içine katmıştık bu işin. Sonra 2011 yılında Türkiye'nin Kadın Girişimcisi seçildim. Sonra Japon Devlet Televizyonu geldi, bana dediler ki, "Güney'de balıkçı köylerimiz var bizim, tsunamiden çok etkileniyorlar ve o geleneksel yapıyı bozmadan onlara bir şeyler yapmak istiyoruz, örnekler göstermek istiyoruz ve araştırdık sizin projeniz kulağımıza çok hoş geldi, sizin belgeselinizi hazırlamak istiyoruz," dedi. Japon NHK Televizyonu bizim Japonca bir belgeselimizi hazırladı, onlara harika mesajlar verdik. Sonra National Geographic geldi ve biz muhteşem bir iş yaptık. 2014 yılına geldiğimiz zaman, turist sayısı 11 binden 700 bine -- (Alkış) yatak kapasitesi 220'den 5.800'e ulaştı. Bunu Mardinlinin kendisi yaptı. Küçük bir restoran örneğinde, bir kadın ve o kadının değişimine inanan bir kadın ve ona inanan kadınlarla bir turizm endüstrisi, bir turizm ekonomisi kuruldu şehirde ve herkes bundan para kazanmaya başladı. Öyle bir sorumluluk yüklenmişim ki sonradan bunu sokakta gezince daha iyi anladım. Sonra işler ters gitmeye başladı. Ne oldu biliyor musunuz? Önce Kobani olayları başladı, sonra 2015 haziran seçimleri ve arkasından Cizre olayları, kimse gelmemeye başladı Mardin'e. Sokakta yürüyemez hâle geldim çünkü büyük bir sorumluluktu, herkes bana şeyi soruyordu, "Ebru ne zaman turist gelecek? Ne olacak bu işin sonu?" 10 gün evden çıkmadım, çok ağladım ama çok iyi bir network, iyi insanlar biriktirmişim. Sonra annem ve babam çok iyi iş çıkarmışlar, harika bir kardeşim, "Ebru ne yapıyorsun?" dedi. Hiçbir şey yapamıyorum, dedim ve bu çaresizlik içerisindeyim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, dedim. "Tekrar başa dön," dedi. Neye, dedim. "En iyi bildiğin işten başla." Çünkü ben yanımda çalışan aşçılarımın hepsi kadın ve hiç kadro değişmedi ve o kadınlara dedim ki, "en iyi bildiğiniz iş nedir?" "El işi yapabiliriz," dedi. Peki, dedim, oturun. Ablam Muhteşem Yüzyıl'ın merchandising ürünlerini üretiyordu, bize ürün gönderdi ve o kadınlara geleneksel Mardin'deki el sanatlarını modernize ederek yeni ürünler geliştirme konusunda tasarımlar gönderdi. O aşçı kadınlarla gündüz yemeklerimizi yapıp öğleden sonra boş olan restoranın bir odasında yeni ürünler yapmaya başladık. 18 yaşındaki kızım Instagram yolunu açtı. Dedi ki, "Anne biz bunu İstanbul'da başkalarına da pazarlayabiliriz." Sonra bir Instagram hesabı oldu. Sonra, KAGİDER üyesiyim, Kadın Girişimciler Derneği, başkanı aradım. Senem dedim, aklım buraya kadar yetti bana yardımcı olmanız lazım. Ben bir işe başladım, turist bize gelemiyorsa biz onlara gitmeliyiz mantığıyla böyle bir iş yaptık, bize destek olun. Hemen bir çember çevrildi, onlar bize destek oldu. İnanılmaz bir iş yaptık, herkes bizi tanıdı. Sonra Hürriyet gazetesinden Gila Benmayor, bizim -- anlattırdı, benim yaptıklarımı anlatıp sonra Hayatım Yenibahar diye de bir isim koyduk kendimize. Mardin mutfağında kullanılan en önemli baharattır yenibahar. Hem tatlıda hem tuzluda kullanılır, bana göre Mardin'de kadını temsil ediyor. Hayatım Yenibahar olsun projemizin adı dedik ve ondan sonra geleneksel takılar yapmaya, üretimler yapmaya başladık. Sonra şu anda Amerika'da, Arjantin'de, Fransa'da ve İngiltere'de ürünlerimiz satılıyor. 50 kadın çalışıyor bu işte, o ayrı bir sektör olarak geri döndü. Sonra İstanbul'da bir restoran Eataly bize dedi ki, "Gelin lansmanınızı biz yapalım, harika bir iş yapıyorsunuz." Biz lansmanımızı orada yaptık ve herkese kendimizi anlatmaya başladık. Aslında krizleri iyi yönetmek gerekiyor. Şu anda orada en büyük sorun göçtü, herkes göçü düşünüyordu. "Biz buradan gidelim daha iyi işe." Şimdi imkânsızlıklar içerisinde göçü düşünen insanların büyük şehre gittiği zaman ne gibi sorunlarla karşılaşacağını hep aklımda düşündüm ve ben bu insanlara emek vermiştim. 17 yıl boyunca bu insanlara bir şeyler anlattım, yapabileceklerini anlattım. Birlikte bir iş başarmıştık, dolayısıyla en büyük sıkıntı oydu ve yavaş yavaş bunun önüne geçebiliyorduk. Bu, başka insanlara da örnek olmaya başladı. İnternet diye bir şey var ve biz bunu kullanarak nerelere varacağımızı göstermek istedik ve bunu gösterdik ve lansmanımızı yaptık İstanbul'da Zorlu Center'da. Sonra bir uçak firması, Anadolu Jet bizi uçaklarına taşıdı. Dedi ki, "Burada böyle kadınlar var, bu işleri yapıyorlar." Nisan sayısında bizi anlattı. Yolumuz başka bir yere vardı. Harran'da, Hasankeyf'ten Harran'a yeni tayini çıkmış bir kaymakamla tanıştım ben. Dedi ki, "Ebru Hanım harika bir iş yapmışsınız. Lütfen yaptıklarınızı bize de anlatın," diye. Nasıl, dedim. Zamana bakıyorum geçti mi, bana vakit verin. Nasıl, dedim. "Bu bir model," dedi, "biz de lütfen bunu yapalım." Urfa Güney Doğu'da, Türkiye'de kadının en dezavantajlı olduğu yer Harran bunun daha da gerisinde. Adam oraya atandıktan sonra bir şeyler yapmak istemiş kadınlar için ama hiçbir şey yapamamış. Önce karısını koymuş Aile Destek Merkezi'nin başına, sonra kadınlar gelmeye başlamış. O sırada bir gastronomi projesi yazmış. Ben öncelikle Hayatım Yenibahar modelini onlara uygulamak için gittim. Sonra Birleşmiş Milletler'den gastronomi projesi onaylandı ve o gastronomi projesinin eğitimlerini verdim 160 kişiye. Sonra o kadınlarla birlikte yine Eataly'e döndük, bir restoran açtık. İşbaşı eğitimlerini pamuk tarlasından aldığımız kadınları bu sefer, bu arada bunların başında Mardin'deki aşçı kadınlar var, onlar bu işi yürüttüler ve sonra dediler ki, işte Eataly'de biz işbaşı eğitimlerini yaptık o insanların. Sonra üç ay sonra proje eğitim süreci tamamlandı. Mardin'de Harran'da iki gastronomi okulu ve restoran açılıyor ve 160 kişi istihdam ettik. Bu sırada Suriyeli mültecileri de bu işe dahil ettik. %30 oranında onlara da yer açtık. Harran kampında çalıştım, neler yapabildiklerini gördüm. Harika bir iş başardık onlarla da. (Alkış) Yaptığım iş bitmedi, son bir şey kaldı. KAGİDER üyesiyim, harika insanlarla ve harika bir network'le harika insanlar biriktirmişim. "Çok değerli bir iş yapıyorsun arkadaşım. Seni desteklemek istiyoruz," dediler. Sonra İstanbul'dan birçok iş dünyasından büyük firmaların, kurumsal firmaların ve birçok insanın gönlünü koyarak yaptıkları Hayatım Yenibahar Derneği'ni kurduk. Kırsal kalkınmada öncelikli yerlerde, Suriyeli mültecileri de içine dahil ederek istihdam projeleri oluşturup göçü önlemek için istihdamda insanları orda istihdam etmek, orada yaşamalarını sağlamak için şimdi istihdam projeleri yapıyoruz. Şuna inanıyorum -- ben çok uzattım, batıdan gelen her insanın doğu için bir şans olduğunu düşünüyordum. (Alkış) Artık öyle düşünmüyorum. Doğunun insanı kendisi için bir şans, yeter ki birileri onlara şans versin. Bu şansın birer parçası sizlersiniz. Lütfen oradaki güvenlik sorunu dünyanın her yerinde var artık, biz bir arada olmalıyız, el ele olmalıyız. Dolayısıyla oraya daha sık gelin, bu şansı birlikte büyütelim. (Alkış) Hayatımı şöyle söyleyeceğim, babamla barıştık. Dedi ki, "Sen çok büyük bir iş yaptın, ben seni anlayamadım." Sonra o gitti. Sonra kaçmasın diye bir Mardin'li buldum, onunla evlendim. Üç tane çocuk yaptım ve onlarla birlikte harika işler yapıyoruz, bir gün Mardin'e yolunuz mutlaka düşerse konağıma bekliyorum. Bu projeleri birlikte büyütmek için. Çok teşekkür ediyorum. (Alkış)