İnsulin pompasıyla hayat kolaylaşır. Dünyadaki 415 milyon diyabetli insan hayata böyle tutunur. Pompa kan şekerini izler, gerekli insulini verir. Böylece sürekli parmak delmeye ve kan testine gerek kalmaz. Bu küçük alet bir pompa ve iğneden oluşur, iğne glukozu ölçüp pompaya veri gönderir ve daha sonra vücuda ne kadar insulin gönderileceği hesaplanır. Ama sistemin bir de eksisi var: Geçiciler. Glukoz sensörleri birkaç günde bir çıkarılarak yenisiyle değiştirilmelidir. Bu problem, sadece glukoz sensörleri ve insulin pomplarına özgü değildir. Vücuda takılan bütün implantlarda zamana dayalı değiştirme problemi yaşanır. Mesela plastik diz protezlerinin 20 yıl ömrü vardır. Kozmetik amaçlı kullanılan diğer implantlar da 10 yıl sonra aynı kaderi paylaşır. Tek problem bu da değildir: Bu süreç pahalı ve riskli olabilir. Aslında problemin kaynağı ise vücudumuzun bağışıklık sistemidir. Yüzyıllarca süren evrimle gelişen bu savunma gücü yabancı cisimleri anında tanıyacak kadar iyi hale gelmiştir. Öyle bir sistem ki muhteşem cephaneliğinde yavaşlatacak, durduracak ve yok edecek her silah vardır. Yeter ki bir cismin orada olmaması gerektiğine inanmış olsun. Ama bu sıkı gözetim bir de olumsuzluğa yol açar. Vücudumuz insulin pompası gibi yardımcı implantları tanımaz ve onlara zararlı bir virüs veya bakteri muamelesi yapar. İnsulin pompası deriye takılır takılmaz Varlığı "yabancı cisim uyarısı" olarak algılanır. Serbest dolaşan proteinler hemen hareketlenir. Kendilerini implantın yüzeyine yapıştırmaya başlarlar. Bu proteinlerin içinde antikorlar da vardır. Bunlar, yabancı cismi etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Aynı zamanda diğer bağışıklık hücrelerine davet sinyalleri gönderirler. Artık saldırı gücü kuvvetlenecektir. İlk cevap iltihap hücrelerinden gelir. Yani nötrofil ve fagositler hemen bu acil çağrıya koşarlar. Netrofiller içi enzimle dolu küçük taneciklerle saldırmaya başlar. Enzimler insulin pompasının iğnesini parçalamaya çalışır. Fagositler de enzimlerini salarlar. Nitrik oksit radikallerini de devreye sokarlar. Bunlar, yabancı cismi zamanla yıpratan kimyasal reaksiyona yol açarlar. Eğer fagositler yabancı cisimden kolayca kurtulamazlarsa birleşerek "dev hücre" denen bir hücre kitlesi oluştururlar. Aynı anda fibroblast denen hücreler o bölgeye giderek cisim üzerinde yoğun bir bağ doku oluşturmaya başlarlar. Pompanın insulin vermek için kullandığı ve şekeri ölçtüğü iğneyi kuşatırlar. Zamanla bu yapı kalınlaşır ve implantın çevresinde bir yaraya dönüşür. Yara artık geçilmez bir duvar gibidir. Hayati etkileşimleri öyle bir durdurur ki vücut ve implant haberleşemez. Mesela kalp pillerinin etrafında oluşan yara pilin en önemli işlevi olan elektrik akımını durdurabilir. Diz protezleri de eskidikçe parçacıklar kopabilir, bağışıklık hücreleri bunların etrafında iltihaba sebep olur. Daha da kötüsü bağışıklık sisteminin bu saldırısı hayatı bile tehdit edebilir. Neyseki araştırmacılar yeni yollar buluyorlar da bağışıklık sistemine implantları kabul ettirmeye çalışıyorlar. Mesela implantları bazı kimyasal ve ilaçlarla kaplamak bağışıklık sistemini püskürtebiliyor. Daha doğrusu implantlar bağışıklık sistemi tarafından görülmüyor. Bir başka yol da implantları doğal malzemelerden yapmak veya dokuları taklit eden biçimler vermek. Böylece vücut daha zayıf bir saldırı başlatıyor. yapay implantlara verdiğinden daha sönük bir tepki. Bazı tedavilerde implant kullanılmasında amaç kayıp veya hasarlı dokunun tekrar oluşturulmasıdır. Böyle durumlarda implantların bileşenleri de tasarlanarak özel sinyaller gönderilmesi sağlanabiliyor. Böylece bağışıklık sisteminin tepkileri dikkatlice kontrol edilebiliyor. Bağışıklık sistemini göz önünde bulunduran bu tür çalışmalar gelecekte tamamıyla yapay organlar üretmemizi sağlayabilir. Vücudumuzun reddetmeyeceği protezler ve kendiliğinden iyileşen yaralar gerçek olabilir. Bu tedaviler bir gün tıpta devrim yaratabilir ve sonsuza kadar içinde yaşadığımız vücutları dönüştürebilir.