Bu bir tüberküloz koğuşu ve 1880'lerin sonunda bu fotoğraf çekildiğinde, buradaki her yedi kişiden biri tüberkülozdan öldü. Hastalığa neden olan şey hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Aslında sizi duyarlı kılan şeyin sizin yapınız olduğu varsayıldı. Ve fazlasıyla da romantikleştirilmiş bir hastalık. Ayrıca verem olarak da adlandırılıyor ve şairlerin, sanatçıların, entelektüellerin de rahatsızlığı bu. Ve bazı insanlar bunun kişiye abartılmış bir hassasiyet ve yaratıcı dehalık verdiğini düşündüler. 1950'lere kadar tüberkülozun nispeten daha az romantik olan, bulaşıcı bir bakteri enfeksiyonundan kaynaklandığını biliyorduk, fakat onu tedavi etmek için ilaç üretebilme ihtimalimiz her şeyi tersine çevirdi. Böylece doktorlar iproniazit adında yeni bir ilaç keşfetti ve tüberkülozu tedavi edebileceği konusunda olumlu düşünüyorlardı, ilacı hastalara verdiler ve hastalar memnun olmuştu. Daha sosyal, daha enerjiklerdi. Tıbbi bir raporda hastaların "koridorlarda dans ettikleri" söylenmişti. Ve ne yazık ki bunun nedeni iyileşiyor olmaları değildi. Çoğu hâlâ ölüyordu. Başka bir tıbbi rapor onların "uygunsuzca mutlu" olduklarını söylüyordu. Ve antidepresan bu şekilde keşfedildi. Bilimde tesadüfi keşif alışılmış bir şeydir, fakat bunun için sevindirici bir tesadüften fazlası gerekir. Keşfin meydana gelmesi için onu anlayabilmeniz gerekir. Bir nörolog olarak sizlere birinci ağızdan tecrübelerimi anlatacağım, dilerseniz buna acemi şansının tam tersi diyebilirsiniz -- en iyisi zekâ şansı diyelim. Öncelikle biraz daha arka plandan bahsedeceğim. Neyse ki, 1950'lerden bu yana başka ilaçlar geliştirdik ve artık tüberkülozu tedavi edebiliyoruz. Diğer ülkelerde olmasa bile, en azından Amerika'da, sanatoryumlarımızı kapattık ve muhtelemen çoğunuz tüberküloz endişesi duymuyor. Fakat 1900'lerin başında bulaşıcı hastalıkla ilgili doğru olan şeyler, artık psikiyatrik hastalıklar için geçerli. Depresyon, travma sonrası stres bozukluğu ya da TSSB gibi duygu bozuklarının bir salgına dönüştüğü zamanın tam ortasındayız. Amerika'da her dört yetişkinden birisi ruhsal bozukluktan muzdarip, yani kişisel olarak tecrübe etmemiş olsanız bile veya ailenizde birisinin başına gelmemiş olsa bile, tanıdığınız birisinin başına gelmiş olma ihtimali oldukça yüksek ve size bahsetmemiş olabilirler. Depresyon artık dünya çapında maluliyetin başlıca nedeni olarak HIV/AIDS, sıtma, diyabet ve savaşı geride bıraktı. Ayrıca, tıpkı 1950'lerin tüberkülozu gibi, nedenini bilmiyoruz. Bir kez gelişince kronik bir hâl alıyor, yaşam boyu sürüyor ve bilinen bir tedavisi yok. 1950'lerde kazara keşfettiğimiz ikinci antidepresan ise, bir antihistaminden üretilen ve insanları manikleştiren imipramin idi. Hem tüberküloz koğuşu, hem de antihistamin durumlarında, birisinin, bir şey yapmak için tasarlanan bu ilacın -- tüberkülozu tedavi etmek veya alerjiyi yok etmek -- aynı zamanda çok farklı bir şey için kullanılabileceğini bilmesi gerekiyordu -- depresyonu tedavi etmek. Bu tür bir değişiklik aslında oldukça zorludur. Doktorlar iproniazitin ruhsal durum geliştirici etkisini gördüklerinde, gördükleri şeyin farkına varmadılar. İlacın bir tüberküloz ilacı olduğunu düşünmeye alıştıkları için, diğer etkiyi bir yan etki, ters etki olarak kaydettiler. Gördüğünüz gibi, 1954'te bu hastaların çoğu şiddetli mutluluk yaşıyorlardı. Bunun bir şekilde tüberküloz tedavisine engel olacağı endişesi duyuyorlardı. Dolayısıyla iproniazitin yalnızca aşırı tüberküloz durumlarında ve antidepresan kullanımının tam tersi olarak, duygusal açıdan oldukça durağan hastalarda kullanılabileceğini öne sürdüler. İlaca tek bir hastalık açısından bakmaya öyle alışkınlardı ki, başka bir hastalık için var olan içeriğini göremediler. Adil olmak gerekirse, bu tamamen onların hatası değildi. İşlevsel sabitlik, hepimizi etkileyen bir eğilimdir. Yani bir objeyi, geleneksel kullanımı veya işlevi bağlamında düşünme eğilimidir. Zihinsel set de başka bir şey. Bu, sorunlara yaklaşımımıza dair önceden edinilmiş bir çerçeve biçimidir. Bu da değişimi bizler için oldukça zorlaştırır ve sanırım değişim konusunda oldukça iyi olan adama dair bir dizi çekmelerinin nedeni de bu. (Gülüşmeler) Yani hem iproniazit, hem de imipramin durumunda etkiler çok güçlü -- maniklik ya da koridorlarda dans eden insanlar. Yakalandıkları şey aslında çok da şaşırtıcı değil. Başka neyi kaçırdığınızı merak etmenizi sağlıyor bu durum. Yani iproniazit ve imipramin, değişime dair çalışma alanı olmaktan daha fazlası. İkisinin de çok önemli iki ortak özelliği var. Birincisi, korkunç yan etkileri var. Karaciğer zehirlenmesi, 20 kilo üzerinde kilo alımı ve intihar eğilimi bunlardan birkaçı. İkincisi, ikisi de serotonin düzeyini yükseltiyor, serotonin de beyindeki kimyasal bir sinyal veya sinir ileticidir. Bu ikisi, evet, birincisi veya ikincisi, o kadar da önemli olmayabilir, ama ikisi birden, daha güvenli ilaçlar üretmemiz gerektiğini ifade eder ve serotonin güzel bir başlangıç noktası olabilir. Böylece spesifik olarak serotonine, selektif seretonin geri alım engelleyiciye, yani SSRI'ye odaklanan ilaçlar ürettik, bunlardan en bilineni ise Prozac. Bu 30 yıl önceydi ve o zamandan beri en çok, bu ilaçları en iyi hâle getirme üzerine çalıştık. Ve SSRI'ler, kendisinden önceki ilaçlardan daha iyiler, fakat yine de çok fazla yan etkileri var; kilo alımı, uykusuzluk, intihar eğilimi -- ve işe yaraması uzun zaman alıyor, çoğu hastada dört ila altı hafta arası gibi bir süre. İşlev gösterdikleri yer, bu hastalar. Bu ilaçların işe yaramadığı birçok hasta var. Yani şu an, 2016 yılında, herhangi bir ruhsal bozukluk için hâlâ bir tedavimiz yok, yalnızca semptomları gizleyen ilaçlar var; yani bir enfeksiyon için ağrı kesici içmek ve antibiyotik içmek arasındaki fark gibi. Ağrı kesici iyi hissettirecektir, fakat hastalığı tedavi etmek için hiçbir şey yapmayacaktır. İproniazit ve imipraminin bu şekilde değiştirilebileceğini fark etmemizi de bu düşünce esnekliği sağlamıştı, bu da bizi, sonrasında üzerinde ironik olarak sabitlendiğimiz, serotonin hipotezine yönlendirdi. Bu, bir SSRI reklamından, serotonin sinyali veren beyin. Anlaşılmıyor olabilir, bu abartılı bir gösterim. Ve bilimde, iki taraflı deneyler yaparak veya sonuçlarımıza istatistiksel olarak bilinemezci yaklaşarak, önyargılarımızı deniyor ve ortadan kaldırıyoruz, evet. Fakat önyargı, çalıştığımız şeyin ve çalışma biçimimizin içerisine daha sinsice süzülüyor. Yani geçtiğimiz 30 yıl boyunca genelde diğer şeyleri hariç tutarak serotonine odaklandık. Elimizde hâlâ bir tedavi yok ve depresyon için gereken tek şey serotonin değilse ne olacak? Onun kilit noktası değilse ne olacak? Bu demek oluyor ki, ne kadar zaman veya para veya efor harcarsak harcayalım, bir tedavi üretemeyeceğiz. Geçtiğimiz birkaç yılda doktorlar muhtemelen SSRI'den bu yana bulunan ilk gerçek antidepresanı, yani Calypsol'ü keşfettiler ve bu ilaç çok çabuk işe yarıyor, birkaç saat ya da günde ve serotonin üzerinde çalışmıyor. Diğer bir sinir iletici olan glutamat üzerinde çalışıyor. Ayrıca değiştirilmiş. Eskiden ameliyatlarda anestezi olarak kullanılıyordu. Fakat hemen fark ettiğimiz diğer ilaçlardan farklı olarak, Calypsol'ün bir antidepresan olduğunu anlamamız 20 yıl sürdü, ayrıca bu aslında, muhtemelen, diğer ilaçlardan daha iyi bir antidepresan. Bunun nedeni muhtemelen, daha iyi bir antidepresan olduğu için farkına varmamızın zor olması. Etkilerini gösterecek bir maniklik yoktu. 2013 yılında, Kolumbiya Üniversitesi'nde, meslektaşım Dr. Christine Ann Denny ile çalışıyordum ve farelerde bir antidepresan olarak Calypsol'ü çalışıyorduk. Ve Calypsol'ün gerçekten çok az bir yarı-ömrü var, yani birkaç saat içerisinde vücudunuzdan atılıyor. Biz de deney yapıyorduk. Fareye bir kez enjekte ediyorduk ve bir hafta bekliyorduk, daha sonra, tasarruf etmek için, başka deney yapıyorduk. Yaptığım deneylerden birisinde fareye baskı yapıyorduk ve onu bir depresyon modeli olarak kullanıyorduk. Aslında ilk başlarda işe yaramıyormuş gibi göründü. O noktada bırakabilirdik. Fakat bu depresyon modelini yıllarca sürdürdüm ve veriler tuhaf görünüyordu. Bana doğruymuş gibi görünmüyorlardı. Geri döndüm ve bir hafta önceden bir kez Calypsol enjekte edilip edilmediğine odaklanarak yeniden analiz ettik. Ortaya böyle bir şey çıktı. En sola bakarsanız, bir fareyi yeni bir alana koyarsanız, kutu bu şekilde, çok heyecanlı, fare etrafta gezinerek keşfedecektir ve pembe çizginin, onların yürüme ölçüleri olduğunu görebilirsiniz. Ayrıca bir kalemlik içinde duran diğer bir fareye de verdik ve etkileşime geçme kararı ona aitti. Anlaşılmıyor olabilir, bu da abartılı bir gösterim. Normal bir fare keşfeder. Sosyal olur. Bakın neler oluyor. Ortadaki kutuda bulunan bu depresyon modelinde bir fareye baskı yaparsanız, sosyalleşmezler ve keşfetmezler. Çoğunlukla bir bardağın arkasına, arka köşeye saklanırlar. Bir kez Calypsol enjekte edilmiş fareler, sağınızdaki, keşfediyorlar ve sosyaller. Daha önce hiç stresli olmamış gibi görünüyorlar, bu imkânsız. Bu noktada durabilirdik, fakat Christine Calypsol'ü daha önce anestezi olarak da kullanmıştı ve birkaç yıl önce bunun, ilaç alındıktan sonra belki de birkaç hafta süren, hücreler üzerinde bazı tuhaf etkilere ve diğer davranışlara neden olduğunu gördü. Pekâlâ, belki de bu tamamen imkânsız değildir dedik, ama gerçekten şüpheliydik. Bilimde emin olunmadığı zaman yapılan şeyi yaptık, yani tekrar deney yaptık. Hayvan odasında fareleri test etmek için bir kutudan diğerine taşıdığımı hatırlıyorum ve Christine de farelerin onu görmemesi için, kucağında bilgisayarla yerde oturuyordu ve verileri gerçek zamanlı analiz ediyordu. Bağırdığımızı hatırlıyorum, test yaparken hayvan odasında bunu yapmamanız gerekir, bağırdık çünkü işe yaramıştı. Fareler strese karşı korunmuş gibiydi veya uygunsuz bir şekilde neşelilerdi, nasıl adlandırmak isterseniz. Çok heyecanlıydık. Sonrasında şüphe duyduk, çünkü gerçek olamayacak kadar güzeldi. Ve tekrar denedik. Bir TSSB modelinde tekrar denedik ve fizyolojik bir modelde tekrar denedik, burada yalnızca stres hormonu verdik. Öğrencilerimiz de bunu yürüttü. Daha sonra Fransa'da bunu yürüten dünyanın her yerinden ortaklarımız oldu. Ne zaman birisi yürütse, aynı şeyi onayladılar. Bir Calypsol enjektesi bir şekilde haftalarca stresten korunma sağlıyor gibiydi. Bunu yalnızca bir yıl önce yayınladık, ondan sonra diğer laboratuvarlar da bağımsız olarak bu etkiyi onayladı. Yani depresyona neyin sebep olduğunu bilmiyoruz, fakat olayların %80'inde stresin öncü neden olduğunu biliyoruz ve depresyon ile TSSB farklı hastalıklardır, fakat bu paylaştıkları bir şeydir. Değil mi? Travma sonrası stres bozukluğuna neden olan şey aktif savaşlar veya doğal afetler ya da toplum şiddeti veya cinsel saldırı gibi şeylerdir ve strese maruz kalan herkes ruhsal bir bozukluk geliştirmez. Stresi deneyimleme, dirençlilik, sonra geriye dönme ve depresyon geliştirmeme veya TSSB, stres direnci olarak bilinmektedir ve insandan insana değişim gösterir. Bunu her zaman bir tür pasif sahiplik olarak düşünmüşüzdür. Aslında bu rahatsızlıklar için gereken hassaslık ve risk faktörlerinin eksikliğidir. Aktif olsa ne olurdu? Belki de geliştirebilirdik, zırhla kaplamaya benzer bir şekilde. Tesadüfen, ilk dirençlilik-geliştiren ilacı keşfettik. Ve dediğim gibi, ilacın çok azını veriyorduk ve etkisi haftalarca sürdü, yani antidepresanlarda gördüğünüz şeyler gibi değiller. Aslında daha çok, bağışıklık aşısında gördüğünüz şeylere benziyor. Bağışıklık aşılarında aşınızı vuruluyorsunuz ve haftalar, aylar, yıllar sonra, gerçekten bakteriye maruz kaldığınızda sizi koruyan şey aşı olmuyor. Bakteriyi yok eden şey, dirençlilik geliştirmiş olan bağışıklık sisteminiz ve hiçbir zaman mikrop kapmıyorsunuz, bizim tedavilerimizden oldukça farklı. Değil mi? Bu durumda enfeksiyon kapıyorsunuz, bakteriye maruz kalıyor ve hasta oluyorsunuz, daha sonra, diyelim ki, bir antibiyotik alıyorsunuz ve bu ilaçlar da bakteriyi öldürmeye uğraşıyorlar. Veya daha önce söylediğim gibi, bu hafifletici ile, semptomları gizleyecek bir şey almış oluyorsunuz, fakat altında yatan enfeksiyonu tedavi etmeyecek ve yalnızca ilacı içtiğiniz zaman iyi hissedeceksiniz, sürekli içmenizin nedeni de bu. Depresyon ve TSSB'de -- burada strese maruz kalıyorsunuz -- yalnızca hafifletici tedavimiz var. Antidepresanlar yalnızca semptomları gizlerler ve hastalık boyunca ilaçları içmeye devam edip durmanızın nedeni budur, hastalığın ömrü ise genelde sizin ömrünüz kadardır. Direnç-geliştiren ilaçlarımıza "yan aşı" yani "paravaccine" adını verdik, bu, aşıya benzeyen anlamına geliyor, çünkü strese karşı koruma potansiyeline sahip olabilirler ve farelerin depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu geliştirmelerini engelleyebilirler. Ayrıca, her antidepresan "paravaccine" değildir. Prozac'ı da denedik, hiçbir etkisi olmadı. Yani eğer bu insanlara çevrilseydi, depresyon ve TSSB gibi stres içerikli rahatsızlıklara karşı risk taşıdığı tahmin edilen insanları koruyabilirdik. Yani ilk müdahale ekipleri ve itfaiye, göçmenler, mahkûmlar ve hapishane gardiyanları, askerler, aklınıza gelen herkes. Bu hastalıklara dair sizlere bir ölçek vermek için; 2010 yılında, hastalığın dünya çapında neden olduğu yük 2,5 trilyon dolar olarak hesaplandı ve kronik olduğu için bu masraf şiddetlenmekte ve dolayısıyla, önümüzdeki 15 yılda altı trilyon dolara kadar yükselmesi bekleniyor. Belirttiğim gibi, önyargılarımız yüzünden değişim çok zor olabilir. Calypsol'ün başka bir adı da var, Ketamine ve bunun da başka bir adı var, Special K, bu bir uyuşturucu ve kötüye kullanılıyor. Tüm dünyada hâlâ anestezi için kullanılıyor. Çocuklarda kullanılıyor. Savaş alanlarında kullanıyoruz. Çoğu gelişen ülkede tercih edilen bir ilaç aslında, çünkü nefes alışı etkilemiyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün en önemli ilaçlar listesinde yer alıyor. Bir "paravaccine" olarak ilk Ketamine'i keşfetmiş olsaydık, onu geliştirmemiz daha kolay olurdu, fakat şimdi bunu yapmak için işlevsel durağanlığımızla ve zihinsel setimizle mücadele etmemiz gerekiyor. Neyse ki bu önleyici, "paravaccine" özelliklere sahip olan keşfettiğimiz tek bileşim bu değil, keşfettiğimiz diğer tüm ilaçlar veya bileşimler, hepsi tamamen yeni ve gıda ve ilaç yönetiminin onay sürecinden geçmek zorundalar -- insanlarda kullanılmadan önce işe yarayıp yaramayacaklarının anlaşılması için. Ve bu yıllar sürecek. Daha hızlı bir şey istiyorsak, Ketamine yönetim tarafından zaten onaylandı. Kapsamlı ve mevcut. Onu maliyetinin çok altında ve kısa zamanda geliştirebilirdik. Fakat, işlevsel durağanlık ve zihinsel setin de ötesinde, ilaçlarda değişim konusunda başka bir sıkıntı daha var, o da politika. Kapsamlı bir ilaç patentsiz kaldığında ve artık piyasada bulunmadığında, ilaç firmalarını bu ilaçları geliştirmeye teşvik edecek bir prim yok, çünkü para kazanmıyorlar. Bu yalnızca Ketamine için değil, tüm ilaçlar için geçerli. Her şeye rağmen, bu fikir psikiyatride oldukça yeni, yani ilaçları zihinsel hastalığı tedavi etmektense, onu önlemek için kullanma fikri. Muhtemelen bundan 20, 50, 100 yıl sonra geçmişe baktığımızda depresyon ve TSSB'yi, tıpkı tüberküloz koğuşları gibi, geçmişte kalmış bir şey olarak göreceğiz. Bu, zihinsel sağlık salgınında sonunun başlangıcı olabilir. Fakat, büyük bir bilim adamının da dediği gibi, "Yalnızca bir budala her şeyden emindir. Bilge bir insan tahmin etmeye devam eder." Teşekkürler arkadaşlar. (Alkışlar)