İtiraf etmekten biraz utanıyorum ama... 17 yaşındayken yaratılışçı biri olarak üniversitede evrim okumaya karar verdim ki onu yok edebileyim. (Gülme sesleri) Başaramadım. O kadar başarısız oldum ki evrimsel biyolog oldum. (Alkışlar) Bir paleoantropolog ve National Geographic kaşifi olarak uzmanlık alanım dengesiz, tehlikeli ve ihtilaflı bölgelerin mağaraların fosil avlamak. Hepimiz biliyoruz ki eğer ben bir erkek olsaydım bu bir iş tanımı değil bir kız tavlama cümlesi olurdu. (Gülme sesleri) Şunu netleştirelim, canıma falan susamadım. Adrenalin bağımlısı da değilim. Sadece bir haritaya baktım. Siyasi kargaşa içinde olan bölgelerde en modern keşig bilimi pek yaygın değil. Bu harita İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın bildirmiş olduğu tüm kırmızı, turuncu veya hakkında bir tehlike uyarısı bulunan bölgeleri içeriyor. Biraz başımın yanmasını göze alıp gezegenin büyük bir kısmında modern keşif bilimi yapamamamızın bir trajedi olduğunu söylüyorum. Bu sebeple bilim bir coğrafya sorunu yaşıyor. Aynı zamanda bir paleoantropolog olarak bu insan yaşamındaki en önemli yerlerin bazılarının haritası diyebilirim. Muhtemelen oralarda bulunmayı bekleyen kesinlikle ilginç fosiller vardır. Ama onları arıyor muyuz ki? Bir lisans öğrencisi olarak bana sürekli insanların, ister kendileri, ister homosapienler, ister daha önceki türleri olsun, Sina Çölü üzerinden Afrika'yı terk ettikleri söylendi. Aksanımdan İngiliz olduğumu anlayabilirsiniz muhtemelen ama aslında Arap kökenliyim ve dışarıdan bakılınca hep tam bir Arap olduğumu düşünüyorum. Aslında oldukça tutkulu olabilirim. "Sen harika birisin! Seni seviyorum!" gibi. Ama tam anlamıyla bir İngiliz olduğumdan içten içe herkesten rahatsız olurum. (Gülme sesleri) Gerçek bu. Ailem Yemenli Araplardan olduğundan biliyorum ki Bab'ül Mendep hattını geçmek büyük bir çaba gerektirmiyor. Ve kendime sürekli şu basit soruyu sorup durdum: Yeni Dünya maymunlarının ataları Atlantik Okyanusu'nu geçebildiyse neden insanlar bu küçük su sahasını geçemesin? Sorun şu ki Yemen, Avrupa ile kıyaslandığında öylesine yan rol konumunda ki neredeyse el değmemiş bir bölge sayılabilir. Ama konumu da düşünüldüğünde keşfin en safi potansiyelini oldukça heyecanlı bir hale getirdi ve benim bir sürü sorum vardı. Bab'ül Mendep'i kullanmaya ilk ne zaman başladık? Aynı zamanda, bizim dışımızda ilk hangi insan türü Yemen'e ulaştı? Bilimin bihaber olduğu türler bulma ihtimalimiz var mı? Üstelik meğer Yemen'in potansiyelini fark eden tek kişi ben değilmişim. Başka akademisyenler de varmış. Ne yazık ki politik kargaşadan ötürü, onlar ayrıldı ve ben onların yerini aldım. Ve ben mağaralar aramaya başlamıştım: Çünkü onlar birincil gayrimenkullerden. Bir de tabii eğer çöl sıcaklarında fosil arıyorsanız fosillerin en iyi muhafaza edildiği yerler mağaralar olacaktır. Fakat sonra, Yemen'de durum kötüleşti ve ben Yemen'e uçmadan birkaç gün evvel, bir iç savaş, bölgesel bir savaşa dönüştü. Başkentteki havaalanı bombalandığından, Yemen uçuşa yasak bölge hâline geldi. Ebeveynlerim ben doğmadan evvel İngiltere doğumlu olacağım kararını verdiler. Hayatımdaki en doğru kararda hiçbir söz hakkım yoktu. Ve şimdi... Ailemde şanslı olanlar kaçarken diğerleri bombalanıyor ve sana varoluşundan tiksindirecek WhatsApp mesajları gönderiyorlar. Bu savaş dört senedir sürüyor. Dört senedir sürüyor ve artık insani bir krize yol açtı. Kıtlığın hüküm sürdüğü bir yer, insanın yarattığı bir kıtlığın. Bu doğal bir kıtlık değil, BM'nin yüz yıldır yaşanmış olan en kötü kıtlık uyarısı yaptığı yapay bir kıtlık. Bu savaş bana, hiçbir yerin ve insanın geride bırakılmayı hak etmediğini öğretti. Bu yüzden başka kargaşa bölgelerinde iş birliği oluşturup diğer ekiplere katılıyordum. Ama Yemen'e dönmek konusunda kararlıydım çünkü benim için Yemen gerçekten özel. Bu yüzden ben de Yemen'de yapabileceğim, orada yaşananların altını çizecek bir proje fikri aramaya başladım. Bulduğum her fikir bir şekilde başarısız oldu ya da hayata geçirmek için fazla riskliydi çünkü, şimdi dürüst olalım, Yemen'in bir çok yeri Batılı bir ekip için fazla tehlikeli. Sonra bana Yemen'de bir ada olan Sokotra'nın güvenli olduğunu söylediler. Hatta orada hala çalışmakta olan hem yerli hem de yabancı akademisyenler olduğunu da öğrendim. Bu beni çok heyecanlandırdı. Çünkü Sokotra'nın Afrika'ya olan yakınlığına bakın. Ve hâlâ insanların o adaya ne zaman ayak bastığıyla ilgili hiçbir fikrimiz yoktu. Bilenler için söylüyorum, Socotra'yı, tamamıyla farklı bir sebepten biliyor olmalısınız. Muhtemelen orayı Hint Okyanusu'nun Galapagos'u olarak tanıyorsunuzdur çünkü dünya üzerindeki en fazla biyolojik çeşitliliğe sahip yerlerden. Ama aynı zamanda bu inanılmaz hassas çevrenin ve insanlarının hem Orta Doğu politikalarında bir cephe konumunda olmasından hem de iklim değişimi yüzünden tehdit altında olduğu bilgisini alıyorduk. Böylece Sokotra'nın Yemen projem olacağı fikri kafama iyice oturdu. Bu yüzden çok disiplinli büyük bir ekip kurmak istedim. Alanın sağlık kontrolünü yapmak adına takım adalarını yayan bir şekilde develerle ve yelkenlilerle geçmeye karar verdik. Buna daha önce yalnızca 1999'da cesaret edilmişti. Sorun şu ki bu üstesinden gelmesi o kadar kolay bir şey değil. Bu yüzden bir ön araştırmaya ihtiyaç duyduk. Aranızda bu kelimelere aşina olmayan varsa ön araştırma bir gözcülük seferi gibidir. Bir nevi keşif. Ve bence ön araştırmasız bir gezi, Facebook'tan stalk yapmadan çıkılmış bir buluşmaya benzer. (Kahkahalar) Yani, yapılabilir ama mantıklı mı? (Kahkahalar) Çok fazla durumdan haberdar kahkaha duyuyorum. Neyse ki ön araştırma ekibimiz kargaşalı bölgelere aşinalar ki dürüst olalım bu oldukça önemli çünkü Yemen ve Somali arasında bir bölgeye giriyorduk ve vali yardımcısı da dahil neredeyse milyon tane yerden yardım alarak sonunda kendimizi Hint Okyanusu'nun yasa dışı sularında tahta bir kargo gemisiyle yola koyulmuş bir hâlde bulduk. Üstelik tuvaletimiz de buydu. (Kahkahalar) Şunu görüyor musunuz? Hani herkesin berbat bir tuvalet anısı vardır ya? Yani ben daha önce hiç yunuslarla yüzmedim. Ama tam olarak üzerlerine tuvaletimi yaptım. (Kahkahalar) Ve aynı zamanda, beni yasa dışı sulardan daha fazla strese sokan bir konuyu keşfetme şansı elde ettim: Hamam böceği istilası. O kadar yoğundu ki bir ara güvertenin aşağısına indiğimde zemin tamamıyla siyahtı ve hareket ediyordu. (İniltiler) Ve uyumak için yüksekte sadece üç tane yer vardı, ama biz dört kişiydik ve sorun şu ki yüksekte uyusak bile birkaç hamam böceği ile baş etmek durumunda kalıyorduk. Eğer yerde uyuma sırası sendeyse kolay gelsin. Neyse ki ekipteki ve gemideki tek kadın olduğum için yerde uyumaktan yırttım. Sonra dört veya beşinci gecede, Martin Edström bana bakarak dedi ki "Ella, ben eşitliğe inanan birisiyim." (Gülüşmeler) O kargo gemisinde geçirdiğimiz üç gecenin ardından, yavaşça karayı görmeye başladık. Ve üç sene süren başarısızlıklarımın ardından, sonunda Yemen'i görüyordum. Dünyada o yolculuğun başlangıcına eş değer olabilecek bir his yok. Araçtan indiğiniz ua da tekneden baktığınız o anda, küçük de olsa var olduğunuzu bildiğiniz, kim olduğunuz ve nereden geldiğinizle ilgili iddiaları değiştirecek bir şey bulabileceğiniz olasılığı. Dünya üzerinde buna benzer başka bir his daha yok ve bu birçok bilim insanının yaşadığı bir his, tabii çok nadiren siyasi kargaşa alanlarında. Çünkü Batılı bilim insanları kargaşalı bölgelerde çalışmaktan caydırılıyor ya da buralarda çalışmak tamamen yasaklanıyor. Ama bir de şu var: Bilim insanları vahşi hayatta uzmanlaşır. Bilim insanları derin mağara sistemlerinde çalışır. Bilim insanları kendilerini roketlere bağlayıp uzaya fırlatır. Ama görünen o ki bir siyasi kargaşa bölgesinde çalışmak daha fazla riskli bulunuyor. Çok keyfi bir düşünce. Bu odada macera hikâyeleriyle büyümemiş olan var mı? Kahramanlarımızın çoğu da aslında bilim insanı ya da akademisyendir. Bilim bilinmeyene doğru yol almak demektir. Riskler olsa da bütünüyle küresel bir keşif yapmakla ilgilidir bilim. Ne zaman kargaşalı yerlerde bilimsel eylemlerde bulunmanın zorlaştırılması kabul edilebilir bir hâle geldi? Bütün bilim insanları gidip kargaşalı bölgelerde çalışsın demiyorum elbette. Bu düşünmeden söylenen fevri bir çağrı değil. Ama şöyle bir şey var: araştırmaları yapan, güvenlik protokollerini anlayabilen ve eğitimli olanların, isteyenlerin önüne geçmeyi kesin. Bir de bir ülkenin bir kısmı aktif olarak savaş hâlinde diye, bütün ülke öyle olacak diye bir şey yok. Aktif savaş bölgelerine girmeliyiz demiyorum, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Felluce'yi bir tutamazsınız. Yemen'e giremememin ardından birkaç ay sonra, başka bir ekip bana sahip çıktı. Profesör Graeme Barker'ın ekibi Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde, Şanidar mağarasını kazıyorlardı. Birkaç sene evvel Şanidar Mağarası'nda yapılan kazılarda Şanidar 1 adında bir Neandertal bulunmuştu. BBC/PBS televizyon programları için Şanidar 1'i canlandırdık, şimdi karşınızda Neandertal Ned. Ned ile ilgili çok havalı bir bilgi vereceğim şimdi. Siz şimdi bu adamı, Ned'i, yaralanmasından önce tanımış oluyorsunuz aslında. Görünen o ki Ned ağır durumda engelli hâldeymiş. O kadar ağır bir durumdaymış ki diğer Neandertallerin yardımı olmadan hayatta kalamazmış. Bu, en azından o dönemde yaşamış Neandertallerin yardıma muhtaç olanlara bakmış olduğunun kanıtı. Neandertaller bizim gibiymiş ve bazen bakıma muhtaç olanlarına bakmışlar. Ned Iraklı bir Neandertal. Öyleyse neyi gözden kaçırıyoruz? Hangi inanılmaz bilimsel keşifleri sırf bakmadığımız için kaçırıyoruz? Ve bu arada, bu yerler, umut üzerine nutuklar hak ediyor, bilim ve keşifler de bunun bir parçası olabilir. Hatta bu keşiflerin somut bir şekilde kalkınmaya yardımcı olup bir yerel gurur kaynağı oluşturacağına eminim. Ve bu beni bilimin coğrafya sorununun ikinci sebebine getiriyor. Gördüğünüz üzere, yerel akademisyenlere yetki vermiyoruz, değil mi? Bu beni etkilemiyor çünkü paleoantropolojide, benim çalışma alanımda, insan kökenini inceliyoruz fakat birbirinden farklı çok az bilim insanımız var. Bu yerler, birlikte çalışmak adına her şeyi göze alabilecek öğrenciler ve akademisyenlerle dolu. Ve gerçek şu ki onlar aslında bize göre daha az güvenlik sorununa sahipler. Bence bu alanın onlar için hasmane bir çevre olmadığını, evleri olduğunu unutuyoruz. Size söylüyorum, yerel ortaklarla kargaşalı alanlarda yapılan araştırmalar, inanılmaz keşiflere yol açabilir ve bizim de Sokotra'da yapmayı umduğumuz bu. Sokotra'ya dünya üzerindeki en uzaydan gelme yer diyorlar ve ben, Leon McCaron, Martin Edström ve Rhys Thwaites-Jones nedenini görüyoruz. Yani, şuraya bir bakın. Burası bir cehennem çukuru veya değersiz bir alan değil, burası bilimin ve gelecek keşiflerin ön cephesi. Sürüngen türlerinin yüzde 90'ı bu adada, bitki türlerinin yüzde 37'si de dünya üzerinde sadece burada bulunuyor. Buna kırmızı reçine salgılayan Ejder Kanı Ağacı da dahil. Başka bir şey daha var. Sokotra'da insanların bir kısmı hâlâ mağaralarda yaşıyor ve bu oldukça heyecan verici çünkü belki birkaç bin sene evvel olduğu gibi, hâlâ bu yüzyılda da mağaralar birincil gayrimenkul demektir. Bunu kanıtlamak için verilere, fosillere, taş alet edevata ihtiyacımız var, bu yüzden öncü ekibimiz Ahmet Alarqbi gibi diğer uluslararası veya yerel bilim insanları, antrolopologlar ve hikaye anlatıcıları ile birlik olduk ve her birimiz çok geç olmadan bu yeri keşfetmek için her şeyi yapmaya hazırız. Ve şimdi, bir şekilde geri dönüp o büyük seferi gerçekleştirmeliyiz çünkü bilim... ...bilim bir coğrafya sorunu yaşıyor. Çok tatlı dinleyicilerdiniz. Teşekkür ederim. (Alkışlar)