(Alkışlar) Peki, herkese tekrar merhaba. (Merhaba) Gerginliğim biraz yatıştı. Şimdi biraz zamanınızı alıp hikâyemi anlatmak istiyorum. Hikâyem "davet eden düş" ile ilgili. Bu, ben ortaokuldayken annemin bana öğrettiği bir söz. Düşlersen gerçekleşir anlamında. Düşlemeye devam etmek önemli. Bugünkü konuşmamla içinizden arkadaşlar edinirsem ne güzel olur diye düşünüyorum, umarım arkadaş olabiliriz. 47 yıl önce doğdum. İsmim Tsutomu Uematsu. Hokkaido'nun ortasında bulunan Akabira isimli kasabada ömrümde ilk defa bir şirket yönetiyorum. Aslında biz orada geri dönüşümde kullanılan mıknatıs makinaları üretiyoruz ama bir yandan da roket yapıyoruz. Uzay mühendisliğini kullanarak bir roketi tamamen üretebilip fırlatabilir hâle geldik. İlaveten, insan yapımı uydu da tamamen uçurabilir hâle geldik. Ayrıca, dünyada sadece 3 tane, Japonya'da sadece benim şirketimde olan uzaydaki sıfır yerçekimi koşulunu yaratan deney cihazı da var. Bunların hiçbiri satılmadığı için almak mümkün değildi. Ama biz azmettik ve kendimiz ürettik. Ancak, uzay mühendisliği benim hayalim değil. Benim için uzay mühendisliği sadece araç. Bundan 47 yıl önce doğdum. Küçükken, büyükannem bana çok önemli bir şey öğretti. Eskiden büyükannem Hokkaido'nun kuzeyindeki Karafuto Adası'nda araba şirketi işletip çok çalışarak para biriktirmiş ve varlıklı bir hayat yaşamaktaymış. Ama 1945'te Karafuto, aniden Sovyet askerlerinin saldırısına uğramış, birçok insan öldürülmüş. Büyükannem, biriktirdiği paranın tamamının atık kâğıt hâline geldiğini görmüş. Bu yüzden, küçükken bana şöyle demişti: "Para işe yaramaz çünkü değeri değişiyor. Paran olduğunda para biriktirme, onun yerine kitap al. Öğrendiğin her şeyi hatırla bunu kimse senden alamaz, bu sana yenilikler getirir." Bu yüzden ben kitapçıları çok seven bir çocuk oldum. Ayrıca benim çok sevdiğim bir de büyükbabam vardı. Büyükbabam çok büyük ve nazik bir insandı. Büyükbabamla en özel anım, Apollo'nun Ay'a inişiydi. Birlikte televizyonda izlemiştik. Hatırladığım, büyükbabamın hiç görmediğim kadar mutlu suratıydı. "Aa bak, bak! İnsanlar Ay'a çıktı! Sen de çıkabilirsin!" diyerek mutlu oluyordu. Büyükbabamı hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Bu gülümsemeyi bir kez daha görmek istiyordum. Bu yüzden, kitapçıya gittiğimde uçak veya roketle ilgili kitaplar seçiyordum. Sonra büyükbabam kocaman elleriyle başımı okşuyor, beni övüyordu. Bense, sanırım, büyükbabamın gülümsemesini kesinlikle görmek istediğimden uçak ve roketlere düştüm. Sonrasında çok çeşitli mükemmel kitaplarla karşılaştım. Ortaokul öğrencisiyken, uçak ya da roketlerle ilgili bir iş yapmayı hayal etmeye başladım. Kendimce çok sıkı çalışıyordum. Ama ortaokul öğretmenim bana "Öyle hayali şeyler hakkında konuşmayı bırak, testlerine çalış," dedi. Elbette, uçak ve roketler üzerinde çalışmaya devam ettim ama okul çalışmalarını ihmal ediyor, hiçbir şey yapmıyordum. Sonra öğretmenim bu kez bana dedi ki: "Öncelikle, uzay mühendisliği gibi şeyler, çok zeki olmadıkça imkânsızdır. Çok para gerektirir. Bu yüzden bambaşka bir dünyadır. Sen böyle bir şeyi yapamazsın." Buna gerçekten çok üzüldüm. Daha sonra kendime "Hayal nedir?" diye sormaya başladım. Gerçekleşebilecek şeyler hariç hayal kurulamaz mıydı? Peki o zaman, bir hayalin gerçekleşebilir olup olmadığına kim karar veriyordu? Denemeden anlaşılamamasına rağmen hiç denememiş insanların buna karar vermesi garip değil miydi? Şu an yapamayacağımız bir şeyin peşinden koşmak, hayal etmenin ta kendisi değil miydi? Ama öyle görünmüyordu. Çünkü iyi çalışmazsam iyi bir okula gidemeyeceğim, iyi bir şirkete giremeyeceğim yönünde birçok yetişkin gözümü korkutmuştu. Notlarım çok da iyi sayılmazdı. Bu yüzden endişelendim ve "İyi şirket nedir?" diye sordum. Yetişkinler, "Zorlanmadan para kazanarak çalışabileceğimiz istikrarlı bir şirket, iyi bir şirkettir" dediler. Ben buna ikna olmamıştım. Çünkü hünerlerimiz, üzerinde çalıştıkça parlamalıydı. Ancak, rahata ermek için güçlükle elde edilen bu yeni hüneri mümkün ölçüde kullanmaktansa, çalışmamı söylediler. Öyleyse çalışmam gerekmiyor, değil mi? diye düşündüm. Paran varsa iyi şeyler gerçekleşebilir. Mesela, (Kahkahalar) bu mükemmel araba! (Alkışlar) Benim değil. Bu benim değil. (Kahkahalar) Bu arabayı zengin olduğunuz için mi alabiliyorsunuz? Kesinlikle hayır, değil mi? Bu arabayı elde edebilmeniz, parayla alabilmeniz, tamamen birilerinin çok çalışıp onu üretmesinden kaynaklanıyor. Gerçek şu ki daha iyi şeyler üretmek adına elinden geldiğince araştırma yapıp çabalayan ve bunları satılır hâle getiren insanlar olduğu için, onu alabiliyorsunuz. Aslında, para önemli bir şey değil. Çünkü para gerektiren hayaller ya da para olmazsa imkânsız olan hayaller, aslında sadece birilerinin sunduğu hizmetten ibaret. Sizin beklediğiniz, bundan ibaret. Ayrıca, kendimiz yapamadıkça, başkasının yapmasına ihtiyaç duyarız. Bu yüzden de yaşamak için daha fazla paraya ihtiyaç duyarız. Ancak, kendimiz yapabiliyorsak yapabildiğimiz bir şey olduğu müddetçe bunu yapabileceğimiz için bu, işimiz hâline gelebilir. Belki de yaşamamız için önemli olan şey daha önce yapamadığımız bir şeyi yapabilir hâle gelmektir. Belki de bu, insanlar için muhteşem olabilir. Eğer öyleyse, şu an yapamadığımız bir şeyin peşinden gitmek hayal değil midir? En sevdiğim şeylerin peşinden gitmeye karar vermiştim. Ancak, bu, çevremdekiler tarafından anlaşılamıyordu. Arkadaşlarım da, öğretmenlerim de, ebeveynlerim de "Bunu yapman doğru mu?", "Anlamı var mı?", "Gösteriş mi yapıyorsun?" diye soruyorlardı. Böylece, gitgide yapayalnız kaldım. Kendi sevdiğim konuları, insanlarla konuşamaz olmuştum. Ama, bana yardım eden insanlar da oldu. O insanlar, kitaplardaki insanlardı. Bana yardım edenler Wright Kardeşler ve Edison'du. Onlara da kimse inanmamış, onlar da kimseden destek alamamıştı. Ama, onlar da olanca gayretleriyle azmetmişlerdi. O insanlar bana yardım ettiler; ben de bu yüzden azmettim. Sayelerinde, sevdiğim şeyleri, daha da sever hâle geldim; hünerlerimi daha da geliştirdim. Kâğıt kesme konusunda uzmandım ama zamanla kendimi daha da geliştirdim ve bir şey üretebilir hâle geldim. Kendi şirketimi kurup geri dönüşümlü mıknatıs üretmeye başladım. Sonra kendimi şirket yönetirken buldum. Ömrümde ilk defa şirket yönetmekteyken şaşılacak ölçüde başarılı bir yönetici oldum. (Kahkaha) (Alkış) Yıllık ticaret hacmimiz neredeyse on katına çıktı. Kendimi birşey sanmaya başladım ve çuvalladım. (Kahkaha) İki yüz milyon borç yaptım. Benim yüzümden oldu, bir şekilde halletmeliyim diye düşünüp tamamını üstlendim. Kendimi suçladım. Sonra, Japonya'da kapıdan pazarlama işine girdim. Sırf korkunç şeylerle karşılaştım. Bu yüzden, her seferinde uçağa binerken uçağın düşmesi için tüm gücümle dua ediyordum. Ama uçak düşmüyordu. Sonunda büyüdüm, pis ve acımasız şeyler de yapabilir hâle geldim. Rakiplerimi yenip tuzağa düşürebiliyordum. Ama, onların aileleri nasıl diye hiç düşünmüyordum. Nihayet satış hacmi arttığında bir banka çalışanı beni övdü. Ama artık içim tamamen şüpheyle dolduğundan kimseye güvenmiyordum. Yapayalnızdım. Her şeyi sadece rasyonel yönden görüyordum. En sonunda benim için önemli olan her şeyi atmayı dahi düşündüm. O sıralarda şirketim zor bir dönemden geçtiği için Japonya'yı kapı kapı gezdiğimden çeşitli insanlardan tavsiye aldım. "Genç Liderler ve Girişimciler Derneği'ne (JCI) girmek satış hacmini artıracaktır." dediler. Böylelikle fena niyetlerle JCI'ye girdim. (Kahkaha) Ancak satış hacmine bir etkisi olmadı. (Kahkaha) Ancak, ben orada eşsiz insanlarla tanışma şansı yakaladım. Orada arkadaşlar edindim. O arkadaşlardan biri, beni yetimhaneye gönüllü olarak yardım etmeye davet etti. Elimden geldiğince hazırlanıp gittiğim yetimhanede ailelerinden korkunç muameleye maruz kalmış çocuklar gördüm. Başlarda kimse bize yaklaşmıyordu. Ama çocuklarla onca ilgilendikten sonra oradan ayrılırken "Gitmeyin." dediler. Fiziksel temas istediler. Arkadaşımla "Ya, ne kadar iyi bir şey yaptık", "Kapanış içkilerimizi nerede içelim" falan diye konuşurken bir erkek çocuğu gelip hayalini anlattı. O çocuğun hayali, tekrar ebeveynleriyle yaşamaktı. Duyduğuma inanamadım. Kendisine bu korkunç muameleyi gösteren ailesini hâlâ neden seviyor diye düşündüm. Sonrasında ise iyi bir şey yapamayacağımı, ne kadar para bağışlarsam bağışlayım, hatta o çocuğu evlat dahi edinmiş olsam bunun çözüm olamayacağını gördüm. Çünkü o çocuk, hâlâ ebeveynlerini seviyordu. Bu neden böyle oluyor, diye düşündüm. Peki, ben neden diğer insanları hırpalama pahasına para kazanmaya çalışıyordum. Kafam iyice karışmıştı. Kafamda düşünceler uçuşuyordu. Kilit vurduğum anılarım tekrar canlandı. İlkokula başlar başlamaz, sınıf öğretmenim benden nefret etmişti. Benim inandığım ya da büyükannemin öğrettiği şeylerin tamamını reddediyordu. Hayalim için bana defalarca "Senin bunu yapman asla mümkün değil." demişti. Büyükbabamın okşadığı başıma, öğretmenim defalarca vurmuştu. Bu çok acı vericiydi. Bana yardım edecek bir yetişkin yoktu. O öğretmenin sözlerini unutamadım. O öğretmen "asla, imkânsız" sözlerini sıklıkla kullanıyordu. Bu, "asla, imkânsız" sözlerinin dehşet verici oldukları kanısındayım. Bunlar, insanın öz güven ve potansiyelini çalan en aşağılık sözler. Ama bir o kadar da kolay sözler. Sadece bunları söyleyerek hiçbir şey yapmadan yaşanabileceği ve çok rahatlatıcı oldukları için bu sözler dehşet verici. Bu sözler yüzünden geleceğinden vazgeçen insanlar öz güvenlerini kaybederler. Ama ne olursa olsun bir insanın yaşaması için kendine güvenmeye ihtiyacı var. Bu yüzden öz güvenlerini kaybedenlerin içinde parayla öz güven satın almaya, kendilerini böyle süslemeye, kendilerini böyle övmeye, bunun için diğer insanları aşağılamaya, yine, başkalarının başarısı onlar için sakıncalı olduğundan, başkalarının çabalarını engellemeye çalışan insanlar da var. Hepinizin çevresinde bu tarz insanlar vardır. Ama bunlar, öz güvenlerini kaybetmiş, zavallı insanlar. Belki de onlar, kendi öz güvenlerini koruyabilmek için başkalarınınkini çalmak zorundalar. Bir gün, Afrikalılar şirketimi ziyaret etti. Hikâyemi dinledikten sonra kendi hikâyelerini anlattılar. Günümüzde Afrika'da, "Kendim için çalışsam da çabalasam da nafile" diyen, kendi geleceğinden, potansiyelinden vazgeçen insanlar, insan öldürmeye, hırsızlık yapmaya başlamışlar. Çünkü başaramadıkları, yeni bir şey üretemedikleri için, çalmaktan başka seçenekleri yok. Şiddet ile hırsızlık yapılabilir. Yalan söyleyerek zayıfmış gibi görünerek ya da aldatarak da hırsızlık yapılabilir. Ama hepimiz hırsızlık yaparsak toplum ayakta kalamaz. "Asla, imkânsız" sözlerinin ne kadar dehşet verici olduğunu fark ettim. "Asla, imkânsız" tipi insanlar da en başından itibaren bunları bilmiyordu. Peki o zaman bu sözleri ne zaman öğrendik diye düşünmeye başladım. Acaba uzay ile mi öğrendik? Uzay güzel olduğundan, herkes küçükken en azından bir kez ona hayranlık duymuştur. Ama acaba uzay mühendisliği yapabileceğini düşünüyor musunuz? Uzay için, çok zeki olmadığınız sürece son derece fazla para gerektiğine inanmıyor musunuz? Devlet teşebbüsü gerektiğini düşünmüyor musunuz? Bunu bize kim öğretti? Bize bunu öğreten, bunu yapmayı hiç denememiş olan kimselerdir. Bunu denememiş kimseler, yapmamak için uygun bahaneler öğretirler. Bu yüzden, ne yapmamız gerektiği ya da ne yapabileceğimiz konusunda kafamız karışır. Bu sebeple, "asla, imkânsız" sözlerini ortadan kaldırmaya karar verdim. Bunlar ortadan kalktığında, zorbalık, şiddet ve savaşlar ortadan kalkacaktır. Çocuk istismarı dahi ortadan kalkabilir diye düşünüyorum. Bu sebeple, ben, herkesin "asla, imkânsız" diye baktığı uzay mühendisliğini denemeye karar verdim. Roket tehlikeli olduğu için üretilmemesi gerektiğini biliyordum. Bu sebeple vazgeçmiştim. Ama Tanrı beni kurtardı. Tanrı beni Hokkaido Üniversitesi'nden Profesör Nagata ile tanıştırdı. Mucizevi şekilde, Profesör Nagata, güvenli roketler üzerine çalışmaktaydı. Yine mucizevi şekilde, parası olmadığından vazgeçmek üzereydi. Benim de param yoktu ama bir şeyler üretebiliyordum. İkimizin yolları birbiriyle kesişti. O zamandan beri, insanların yollarının kesişmesinin, anlamı olduğu kanısındayım. Tanrı, karşılaşman gereken kişiyle seni karşılaştırıyor. Bugün burada hepinizle karşılaşmamın bile Tanrı öyle istediği için olduğu kanısındayım. Profesör Nagata ile ben, ikimiz de yetersiz olduğumuz için birbirimize yardım edebildik. Aslında, ikimiz de eksik olduğumuz için birbirimize yardım edebildik. Yeterli olsaydık, başka birine ihtiyaç duymazdık. Yetersiz olduğumuzdan yardım edebildik. Bu yüzden yetersiz olan biriyle dalga geçmemeliyiz. Kendimizden utanmamıza da gerek yok. Önemli olan şu ki ne yapsam tam yapamıyorum diye kendimizi suçlamak tamamen yersiz. Açıkçası, bir şeyi yarım yapmak, hiçbir şey yapmamaktan yahut yapamamaktan kesinlikle daha iyi. Biraz yapabilseniz bile hiç yoktan iyi. Yani, kendinizi suçlamadan veya yetersizliklerinize dair olumsuz düşünmeden tüm gayretinizle yapabildiğiniz kadarını yapmalısınız. Birbirine yardım eden bizler, bugün uzay mühendisliği yapabilir hâle geldik. Deney ve araştırmalar için şirketimi çok sayıda araştırmacı ziyaret etti. Yine bugün, her yıl yaklaşık 10.000 çocuk, okul ya da eğitim gezisi için şirketimi ziyaret eder hâle geldi. Dürüst olmak gerekirse, şirketimde sadece 17 kişi var. (Kahkaha) Birazcık zor oluyor. Ama mümkün olduğunca çok çocuğun potansiyelinin çalınmaması ne güzel, diye düşünüyorum. "Asla, imkânsız" tavrının ortadan kalkmasıyla iyi bir toplumun inşa edilebileceği inancındayım. Tek başıma yapabileceklerim sınırlı olduğundan, ne olursa olsun, bir arkadaşa ihtiyacım var. Bu hayal, yaşamım zarfında gerçekleşemeyebilir. Bu yüzden, hepinizin desteğine ihtiyaç duyuyorum. Bugünden itibaren, hepiniz, "asla, imkânsız" sözleriyle karşılaştığınızda lütfen "o hâlde bunu denesen nasıl olur?" deyin. Sadece bu bile "asla, imkânsız"ı ortadan kaldıracak zorbalık ve istismar dünyadan silinecektir. Bu yüzden hepinizden destek rica ediyorum. Örgün öğretim diye bir şey var. Örgün öğretimde hepimiz tüm çabamızla öğrendik. Peki örgün öğretim, değerlendirilmeye dair bir şey miydi? Bu, tamamen yanlış. Örgün öğretim, toplumun sorunlarını çözmek için insanlar tarafından geliştirilmiştir. Onların çaresizce oluşturduğu bir şeydir. Peki, eğitim nedir? Eğitim, nasıl başarılı bir şekilde hata ya da sorumluluktan kaçınılarak yaşanacağını öğreten bir kılavuz mudur? Bu, tamamen yanlış. Eğitim, öldürmeyecek hataların güvenli bir şekilde deneyimletilmesidir. Ama, bir şekilde tamamen tuhaf şekilde gelişmiştir. Bunun nedeni ise hatayı olumsuz değerlendiren çok sayıda yetişkinin bulunmasıdır. O insanlar, hepimizin potansiyel ve öz güvenini çaldılar. Ama, sorun değil. Bundan sonra Japonya'yı ve dünyayı iyileştirmek için daha önce yapmadığı şeyi yapmak isteyen, vazgeçmeyen, farklı yollar deneyen insanlar artmalı. "Asla, imkânsız"a yenilmeyen insanlar artmalı. Peki nerede bu insanlar? Bu insanlar, sizlersiniz. Her biriniz öylesiniz. Çünkü hepimiz çocuk olduk. Lütfen bir düşünün. Küçükken bir düğme gördüğünüzde ona basmak istiyordunuz; bir kol gördüğünüzde onu çevirmek istiyordunuz ve sonra da "gereksiz şeyler yapma!" diye azar işitiyordunuz. Aslında, dünyaya geldiğinde vazgeçmeyi bilen kimse yok. Hepimiz vazgeçmeyi bilmeden parlayarak doğduk. Ama vazgeçmeyi biraz öğrenmiş olabiliriz. Öz güvenimizi tekrar kazanmak için yüzde yüz garantili tek bir yöntem var. O da daha önce yapmadığımız şeyleri yapmayı denemek. Daha önce yapmadığınız bir şeyi yapmanız size az da olsa öz güven aşılayacak. Bu yüzden lütfen yapmadığınız bir şeye meydan okumayı deneyin. Yapmadığınız bir şeyi denediğinizde başarısız olacaksınız. Deneyimin vidyosunu izleyin. Roket havalanıyor ve uçuyor. Uçmuyor. Havalanıyor ve düşüyor. Ne yapmalıyım? Kumanda aygıtını at ve kaç. (Kahkaha) Günümüzde az önce gördüğünüz gibi kaçan insan pek yok. Deneyin vidyosu bir şeyi sevimsiz addettiğimizde kaçmanın normal olduğunu göstermekte. (Kahkaha) (Alkış) Bildiğim kadarıyla, dürüst, nazik ve sorumluluk sahibi insanlar daha erken ölüyor. Ölmelerini istemiyorum. Hayatta kalmalarını istiyorum. Bu nedenle sevimsiz addettiğiniz bir şeyden kaçmak kesinlikle doğrudur. Ama böyle bir durumda, başarısız olduğunuz, kaçtığınız ve vazgeçtiğiniz için lütfen kendinizi suçlamayın. Lütfen kötü hissetmeyin. Buna gerek yok. Böyle bir durumda, acı, zorluk, pişmanlık hüsran, hüzün, utanç kalbinizin derinliklerinde dönüp durup size zor anlar yaşatabilir. Tam bu duygular girdabındayken "İşte geldim, büyüyorum!" demelisiniz. Böylece geride bırakabilirsiniz. Mutlaka "İşte geldim, büyüyorum," demeyi deneyin lütfen. Bizler bu hayata yalnızca bir kez gelip prova imkânı olmaksızın yalnızca bir kez yaşıyoruz. Peki o zaman ne için doğuyoruz? Başarısızlık sadece iyileştirilecek bir veri olduğundan ve prova imkânı olmaksızın performans sergilediğimizden başarısız olmamız gayet doğal. Başarısızlığı iyileştirilecek veri olarak görüp başa çıkmanızı istiyorum. Ayrıca bizler, yardım edilmek ya da vazgeçmek için doğmadık. Böyle şeyler için doğmadık. Bizler, dünyayı kurtarmak için doğduk. Dünyayı kurtarmak kolay bir şey. Dünyayı var eden insanların tamamı kendilerini hakir görmekten vazgeçtiğinde dünya kurtulacaktır. Bu, her birimizin bugünden itibaren dünyayı kurtarmak için tek başına atabileceği adım. Lütfen bugün kendinizi hakir görmemeye başlayın! Bundan böyle yapmamız gereken şey yapamama nedenimizi araştırmak değil, yapabilme nedenimizi bulup öğrenmektir. Tek başına bu bile bir anda dünyayı daha iyi bir yer yapacak. Uzun hikâyem burada sona eriyor. Küçüklüğümden beri uçakları ve roketleri severdim. Denemeyenler, bana defalarca "yapamazsın" dedi. Ama annem bana, "davet eden düş"ü öğretti. Düşlemeye devam ederek yapabilir hâle geldim O hâlde, düşlemeye devam etmek hakikaten önemli. Son olarak bitirirken, sizlere hayallerinizi gerçekleştirmede yardımcı olacak bir deyiş hediye etmek istiyorum. "Hâl böyleyse, bir de bu yolu dene ve hayallerin gerçek olsun." Lütfen bunu düşünün. Hayalinizi birine anlatırken size, "Ah, bu imkânsız" denildiğinde hevesiniz ve enerjiniz kaçar. Onun yerine "Peki ya bunu denesen? Geçen kitapçıda bununla ilgili kitap gördüm." "Geçen televizyonda bununla ilgili program vardı" denilse, daha da motive olursunuz. Bu metot kesinlikle eğlenceli. Birbirimizle hayalimizi paylaşıp "o hâlde bunu denesen?" diyerek hepimiz hayallerimizi gerçekleştireceğiz. Hepimiz ünlü olacağız. Muhteşem değil mi? "O hâlde bunu denesen?" ifadesinin dünyaya yayılmasını, böylece "asla, imkânsız"ın silinmesini dilerim. "O hâlde bunu denesen?" ifadesini hep beraber popülerleştirelim. Belki o zaman bugünkü karşılaşmamız bir anlam kazanır. Birbirimize yardım etmemizi istiyorum. Ben de tüm gücümle çabalamaya devam edeceğim. Birlikte kıymetli bir an paylaştığımızdan umarım iyi arkadaş oluruz. Bugün için çok teşekkür ederim. (Alkış) Teşekkür ederim.