Kafanız karıştıysa diye söylüyorum, oradaki benim. (Gülüşmeler) Spot ışığının tadını çıkarmak veya dikkat çekmek bana doğal gelmiyor. Arka plana karışmak, bir durumu analiz etmek ve gözlemlemek, en rahat bulduğum yer ya da tek başıma yolda olduğumda ki buna daha sonra geleceğiz. Tabii bu hanımefendi benimle olmadığı sürece. Evet, kamerama hanımefendi diyorum. (Gülüşmeler) O beni sıcak tutan battaniyem ve kameramla hayatımdaki çoğu insandan daha fazla zaman geçirdim. Ben bir sanatçıyım, bir fotoğrafçı, ben kendini tanımlayan bir göçebe sanatçıyım. İnsanlara söylediğin zaman, "Vay canına, keşke bunu yapabilsem!" diyorlar. Ya da: "Gerçek işin ne?" (Gülüşmeler) Ya da benim favorim, "Bunun okuluna gittin mi?" (Gülüşmeler) Kişisel deneyime sahip olmadığımız çoğu şeyde olduğu gibi, kendi varsayımlarımızı ve yargılarımızı, alabileceğimiz tek somut şeylerden yola çıkarak yaparız. Yani, "fotoğrafçı" dediğinizde, insanlar genellikle "düğün" veya "lise portreleri" veya fotoğrafçıların TV ve filmlerde tasvir edildiği gülünç şekilde düşünürler. Bugün sizlere benim ne yaptığımı ve neden yaptığımı göstereceğim. İnsanlar benimle ilk tanıştıklarında veya beni duyduklarında akıllarına gelen ilk şey şu. Şimdi burada dünya liderleriyle tanıştığımdan ve Obama ile geçirdiğim muazzam beş dakikadan bahsedebilirim. Ya da Kuzey Carolina'da düzenlenen bir miting sonrasında seçimden bir hafta önce Hillary Clinton'ın fotoğrafını çektiğimden bahsedebilirim. Ya da Darren Wilson'ı New Yorker için Ferguson, Missouri'deki olaylardan bir yıl sonra fotoğrafladığım muazzam duygusal yoğunluğumdan, o zamana kadar, sadece bir yıl sonra, Bryan Stevenson'ın fotoğrafını çektim, kendisi Mobile, Alabama'da yeterince temsil edilmeyen insanlar için savaşan bir avukat, onunla olan ve bugün hala aklımda kalan ırk hakkındaki sohbetimizden. Ya da insanların en çok ilgilendiği konudan: ünlüler. Agelina Jolie'den bahsedebilirim ya da TV ikonu Sarah Jessica Parker'dan ya da son 10 yılda iletişimim olan aktörler, müzisyenler ve önemli insanlardan bahsedebilirim. İşimi ve yaptığım şeyleri çok seviyorum fakat buraya bununla ilgili konuşmaya gelmedim. 2003 model Buick'imle birlikte her seferinde haftalar boyunca ülkeyi dolaştığımdan ve nasıl kendimi o zaman en iyi hissettiğimden bahsedeceğim. Ama önce, kendimle ilgili ve yaptığım şeyi neden yaptığıma dair bir hikaye anlatmalıyım. Yani bunu "Amerikan Hayatı"ndan bir bölüm gibi düşünün ama o kadar uzun değil. (Gülüşmeler) New York'ta çalışan bir aileden gelen beyaz, cis, eşcinsel bir adamım ve her şey göreceli olduğu için ben en ayrıcalıklı şekilde büyümedim ve bu da o kadar kötü de değildi. Ancak ailem, benimle ilgilenmekten ziyade kendi işleriyle çok meşgullerdi. Bu da tam anlamıyla onların suçu değildi. Bu sadece gerçekliklerinin bir kazazedesiydi. Depresyon, bağımlılık, öfke, kırgınlık her ikisini de mahvetti. Yedi yaşımdayken, anneme kanser teşhisi konmuştu. Bu, on yıl süren ve sonunda hayatta kaldığı ilk savaştı. Aynı zamanda bana tornavida kullanmayı öğrettiği zamandı. 10 yaşımda eşcinsel olduğumu anlamıştım yani erkeklerden hoşlanıyordum ve 13 yaşımda da annem beni dışlamıştı. Kimliğimin benden söküldüğünü hissettiren bir deneyimdi. 14 yaşımda babamın bir ya da iki tane suçu vardı tam hatırlamıyorum. 16 yaşımda evden ayrıldı ve 18'de ikisiyle de konuşmuyordum. Bu noktaya kadar dünyam bana deneyimlerimin ve duygularımın ailemle kıyaslanamayacağını hissettirdi. Entelektüel olarak, daha iyisini biliyordum ama aslında beni neyin farklı hissettireceğini bilmiyordum. Tek bildiğim, hayatıma giren hiç kimsenin görülmediklerini hissetmesini istemediğimdi. Sonra, elime bir kamera aldım. Benim için fotoğrafçılık, dolaysızlığı ve işbirlikçi doğası nedeniyle her zaman gerçekten ilginçti. Kendim için yarattığım güvenli ruhsal balonunun dışında insanlarla tanışmam için bir yol olurdu. İşte bu yüzden fotoğrafçılığa ve diğer insanlarla etkileşime başladım. Sonra anladım ki fotoğrafçılıktan çok insanlarla olan etkileşime daha ilgiliydim. Bunu farkına vardığımda ve alkolü bırakan babamı düşündüğümde onun görüldüğünü hissetmesini istedim. Bu noktada, o ve ben çok yabancılaşmıştık, yüksek lisans yapıyordum ve profesör Collier Schorr bana hala aklımda olan bir şey söyledi, işim "çok kolaydı" ve "iyi görünen" bir şey yapabilmem ilginç olması anlamına gelmiyordu. Bu yüzden kendime ve sanatıma meydan okumam gerekiyordu. İronik bir şekilde, yıllarımı kendimi rahat hissettirerek geçirdikten sonra tekrar rahatsız olmam gerekiyordu. Babama fotoğrafını çekip çekemeyeceğimi sordum. Onun fotoğrafını ilk kez çekişimdi. Sonra biraz ara verdim çünkü aslında onunla ne yapmak istediğimi anlamak için ruhumun derinlerine inmem gerekiyordu. Onu fotoğraflamaya devam ettim ve bir diyalog kurmaya başladık ama fotoğraflar yoluyla oldu. Hatta onunla beraber olduğumuz portreler çekmeye başladım çünkü ilk başta ona yakın bir fiziksel yakınlığa sahip olmak istedim. Bu fikir tam dalmaya ihtiyacım olduğunu, kolay kaçış planına ihtiyacım olmadığını anlamamı sağladı. kolay kaçış planına ihtiyacım yoktu. Ona çocukken hiç çıkmadığımız yolculuğa çıksak mı diye sordum, bir şey olacağını bile düşünmüyordum ve şaşırtıcı bir şekilde, "Evet, tabii ki yapalım." dedi. Sonra yola çıktık ve şu yaşandı, asla var olmayan bu fantezi ilişkisini yaratmaya başladık. (Gülüşmeler) Ancak bu fotoğrafları çekme deneyimi, ikimiz arasında başka türlü yapamayacağımız bir bağ yarattı. Fotoğraf adına benim "Evreka!" anımdı. Kameramı terapist olarak kullanıyordum. Aslında konuşmasak bile ikimizin birbirimizle iletişim kurmasına izin veren üçüncü bir taraf oldu. Sonunda gerçek anlamda birbirimizi görmüştük. Yaklaşık 10 yıl sonrasına geliyorum, artık babamla çalışmıyorum ancak yolda gördüğüm yabancıların fotoğraflarını çekiyorum. Seçimden yaklaşık bir ay önce, genel olarak işim hakkında çok endişeliydim ve çok durgun hissettim. Sosyal medyada arkadaşların çekildiğini ve genel hayal kırıklığı hissini görmeye başladım. Dürüst olmak gerekirse, sadece kaçmak istedim. Yola çıktım, aklımda herhangi bir varış noktası yoktu. Sadece başka ülkeye gitmek ve kaçmak istediğimi biliyordum. Sonra, yaklaşık bir gün yoldayken, yoldayken bir şeyler yapmam gerektiğini fark ettim çünkü sadece kendinle olmak çok fazla ruh arayışına yol açabilir. Bir şey yapmak istediğimi fark ettiğimde, babamla geçirdiğim zamanı düşündüm, benim, zanaatim ve aynı zamanda ruhsal sağlığım için ne kadar önemli olduğunu düşündüm. Bunu yabancılarla yapmak istedim ve Instagram'a, Facebook'a girdim, bütün arkadaş bulma uygulamalarını indirdim ve gittiğim yerlerdeki yazabileceğim herkese yazmaya başladım. Bir yabancı size internet üzerinden yaklaştığında bir duraksarsınız. "Yabancı" diyorum ve şunu da bilmenizi isterim bana karşı hali hazırda rahat olan bir topluluktan bahsediyorum, yani kendilerini gey veya eşcinsel olarak tanımlayan erkekler. Bu kişilere ne yaptığımı açıklayan kısa bir özet gönderiyordum. Gelip seninle tanışmak istiyorum, evine gelmek istiyorum, açık alanda da tanışabiliriz ve portreni çekmek istiyorum - Cevapların çoğu hayır oldu ve "Bu çok ürpertici."nin farklı şekilleri. (Gülüşmeler) "Çok fotojenik değilimdir." Bir şey de vardı ki çok rastladım, "Neden ben?" Bu da benim için bir diğer "Evreka!" anıydı. "Neden ben" olmasına gerek yoktu. Etkileşimde bulunduğum herkesin sadece özel hissetmekle kalmayıp hikayelerinin de duyulabileceğini hissetmesini istedim. Bu çalışmaya "Yalnız Kurtun Günü" dedim ve "The Secret [Language] of Birthdays" kitabından alıntı ve ayrıca doğduğum gündü. Annemden de öylesine bahsettim ve bu bir hata değildi. Birbirimiz için hala yabancıyız ancak bu anı ona teşekkür etmek için kullanmak istiyorum. Ben gençken, bana The Secret Language of Birthdays'den okudu ve The Day of The Lone Wolf (Yalnız Kurtun Günü) için tasvir edilen kişilik özelliklerini hem eleştirmek hem de zaman zaman beni takdir etmek için kullandı, duygusal olarak "hassas", "düşüncesizce" ve "çelişkili" gibi. Şimdi 30'ların ortalarında eşcinsel bir adam olarak kimliğimi geri aldım ve Yalnız Kurtun Günü'nü de geri kazandım ve onun onuruna yaratıyorum. Yani, ilk yolculuğa çıktığımdan beri, iki kez daha ülkeyi aştım ve bu fotoğraflar hakkında bildiğiniz tek şey ortak payda benim. Herkesin bir hikayesi vardır, benimkini dinliyordunuz - Mücadelelerinin, başarılarının ve hatta ayrıcalıklarının ayrıntılarını bilmeseniz de bildiğiniz bir şey var: Kendilerini bir yabancıya karşı bilerek savunmasız sundular ve ben de bugün sizlere aynısını yaptım. Teşekkürler. (Alkış)