Teşekkürler.
Bir zamanlar Hindistan'da bir kral,
bir Maharaja vardı ve doğum gününde
tüm şeflerin ona bir
hediye getirmesi emredildi.
Bazıları güzel ipekler,
bazıları ise ihtişamlı kılıçlar getirdi,
kimisi de altın.
Sıranın sonunda kısa boylu
oldukça yaşlı bir adam vardı.
Köyünden günlerce yürüyerek ve
denizleri aşarak gelmişti.
Sıra ona geldiğinde, kralın oğlu
"Kral için ne hediye getirdin?" diye sordu.
Yaşlı adam yavaşça ellerini açtı ve
morla sarının, kırmızıyla mavinin içiçe
geçtiği çok güzel bir deniz kabuğu çıkardı.
Kralın oğlu:
"Bu ne biçim bir hediye?
Kral'a layık değil!" diye bağırdı
Yaşlı adam ona doğru baktı ve
sakince dedi ki:
"Uzun yürüyüş...hediyenin bir parçasıdır"
(Gülüşler)
Birazdan sizlere bir hediye vereceğim,
yayılmaya değeceğine inandığım bir hediye.
Fakat öncesinde, sizlere
uzun yolculuğumdan bahsedeyim.
Çoğunuz gibi, ben de hayata
küçük bir çocuk olarak başladım.
Kaçınız küçük çocuk olarak
hayata başladı?
Ya da genç doğdu?
Yaklaşık yarınız.. Peki.
(Gülüşler)
Peki ya diğerleriniz?
Hepiniz hep yetişkin miydiniz?
Dostum, senin annen
ile tanışmak istiyorum!
İmkansız olan şeylerden konuşalım!
Küçük bir çocuk olarak, hep imkansızı
başarmak gibi bir hayalim vardı.
Bugün, yıllardır beklediğim bir gün,
çünkü bugün sizlerin gözü önünde
imkansızı başarmayı deneyeceğim,
tam olarak burada, TEDxMaastricht'te.
Sizlere bu işin sonunu
söyleyerek başlayayım :
Size imkansızın imkansız
olmadığını kanıtlayacağım.
Sonunda da sizlere yayılmaya layık
bir hediye vereceğim:
Sizin de imkansızı başarabileceğinizi
göstereceğim.
İmkansızı başarma yolculuğumda,
tüm insanlar için
ortak olan iki şey buldum.
Herkesin korkuları ve
hayalleri var.
İmkansızı başarma yolculuğumda,
yıllardır yapmakta olduğum
ve benim imkansızı gerçekleştirebilmeme
sebep olan üç şey buldum :
Yakantop, ya da sizin deyiminizle
"Yakar Top",
Süpermen
ve Sivrisinek.
Bunlar sihirli üç kelimem.
Şimdi neden imkansızı
gerçekleştirdiğimi biliyorsunuz.
Pekala, sizi yolculuğuma,
uzun yürüyüşüme götüreyim.
Korkulardan hayallere,
kelimelerden kılıçlara,
Yakantoptan
Süpermen'e,
Sivrisineğe.
Sizlere, nasıl imkansızı
gerçekleştirebileceğinizi gösterebilmeyi
umuyorum.
4 Ekim 2007.
Harvard Üniversitesi Sanders Sahnesinde
katkıda bulunduğum bir
makale ile Tıp alanında
2007 lg Nobel Ödülünü almak için
sahneye çıktığımda
kalbim çarpıyor, dizlerim titriyordu.
Makalenin adı ("Sword Swallowing)
"Kılıçları yutmak
and its Side Effects"
("..ve yan etkileri") idi.
(Gülüşmeler)
Daha önce hiç okumadığım
küçük bir dergide yayınlanmıştı,
British Medical Journal.
Benim için, bu imkansız bir hayalin
gerçekleşmesi demekti.
Benim gibi biri için
beklenmedik bir sürpriz,
hiçbir zaman unutmayacağım bir onurdu.
Ama hayatımdaki en unutulmaz an bu değildi.
4 Ekim 1967'de
bu korkmuş, sessiz, ince, zayıf çocuk
büyük korkular ile mücadele etti.
Sahneye çıkmaya hazır olduğunda,
kalbi yerinden çıkacaktı,
dizleri titriyordu.
Konuşmak için oraya gitti ve
kelimeler bir türlü çıkmadı.
Gözyaşları içinde titriyordu.
Panik ve yaşadığı korku
onu felç etmişti.
Bu korkmuş, sessiz, ince, zayıf çocuk
büyük korkular ile mücadele etti.
Karanlıktan korkardı,
yüksekten korkardı,
örümcekler ve yılanlardan korkardı.
Örümcek ve yılanlardan korkan var mı?
Evet, birkaçınız...
Su ve köpekbalıklarından korkardı..
Doktor ve hemşirelerden, dişçilerden,
iğnelerden ve delici keskin şeylerden.
En çok da
insanlardan korkardı.
O korkmuş, sessiz, ince, zayıf çocuk
bendim.
Başaramamak ve reddedilmekten korkardım.
özgüvenim düşüktü,
aşağılık kompleksim vardı.
O zamanlar adını bile bilmediğimiz
sosyal endişe bozukluğuna sahiptim.
Çünkü korkardım, çocukların
beni itekleyip döveceklerinden korkardım.
Bana gülerler ve lakaplar takarlardı.
Hiçbir oyunlarına beni
dahil etmezlerdi.
Ah, beni dahil ettikleri
bir oyun vardı ki..
Yakan Top -
toplardan iyi kaçamazdım.
Benim adımı söylerlerdi
ve ben yukarı bakar
bu kırmızı yakan topların
hızla yüzüme doğru geldiğini görürdüm.
Bam, bam, bam!
Bir çok gün okuldan eve yürürken
yüzümün ve kulaklarımın kıpkırmızı
olduğunu hatırlarım.
Gözlerim ağlamaktan yanıyor
ve söyledikleri sözler
kulaklarımda çınlıyordu.
Her kim
"Taş ve sopalar kemiklerimi kırabilir,
fakat kelimeler beni incitemez" derse
yalandır.
Kelimeler bıçak gibi kesebilir.
Kelimeler bir kılıç gibi doğrayabilir.
Kelimeler derinlerde, görülemeyecek
yaralar açabilir.
Yani, korkularım vardı.
Kelimeler ise en büyük düşmanlarımdı.
Hala da öyleler.
Fakat aynı zamanda hayallerim de vardı.
Eve gidecek ve Süpermen
çizgi romanlarına dalacaktım.
Süpermen çizgi romanlarını okur ve
onun gibi bir kahraman olmak istediğimi
hayal ederdim.
Doğruluk ve adalet için savaşmak isterdim.
Zalimlere ve kriptonite karşı savaşmak,
Dünyanın çevresinde uçmak,
insanüstü şeyler yapmak ve hayat kurtarmak.
Bir de gerçek olan şeylere
dair bir tutkum vardı.
Guiness Rekorlar Kitabını ve Ripley'in
İster İnan İster İnanma'sını okurdum.
Aranızda Guiness Rekorlar Kitabı ya da
Ripley'i okuyan var mı?
Bu kitaplara bayılıyorum!
Gerçek becerileri olan insanlar gördüm.
ve dedim ki "ben de istiyorum"
O çocuklar beni kendi
spor oyunlarında oynatmazlarsa,
ben de bir sihir, marifet
yapmak isterdim.
Onların yapamayacağı, inanılmaz bir şey
yapmak istiyordum.
Kendi amacımı ve emelimi bulmak,
hayatımın bir anlamı olduğunu
bilmek istedim,
dünyayı değiştirecek bir şey
yapmak istedim,
imkansızın imkansız olmadığını
kanıtlamak istedim.
Hızlıca 10 yıl ileri gidelim -
21. yaş günümden bir hafta önceydi.
Bir günde hayatımı tamamen
değiştirecek iki olay gerçekleşti.
Güney Hindistan'da,
Tamil Nadu'da yaşıyordum.
Orada misyonerlik yapıyordum
ve akıl hocam ve arkadaşım bana
şunu sordu :
"Tanelerin var mı, Daniel?"
Ben ise "Taneler?, o da ne ki?" dedim.
"Taneler, hayata dair önemli hedeflerdir"
dedi bana.
Hayaller ve hedeflerin bir karışımıdır,
tıpkı yapmak istediğin herşeyi
yapabilmek, istediğin yere gidebilmek,
istediğin kişi
olabilmek gibi.
Nereye giderdin?
Ne yapardın?
Kim olurdun?
"Ben bunu yapamam! Korkarım.
Benim çok fazla korkum var!" dedim.
O gece ince yatağımı aldım
ve kulübemin üstüne çıktım,
yıldızların altında uzandım,
yarasaların sivrisineklere
bombalama dalışını izledim
Tek düşünebildiğim Tanelerim idi,
ve hayaller ile hedefler.
Bir de yakan top oyunundaki o çocuklar.
Birkaç saat sonra uyandım.
Kalbim hızla atıyordu,
dizlerim titriyordu.
Bu kez, korkudan değildi.
Tüm vücudum sarsılmıştı.
İzleyen beş gün boyunca
ölüm döşeğinde bilincim
bir gidip bir geldi.
Beynim 105 derece
malaria ateşiyle yanıyordu.
Ne zaman bilincim yerine gelse,
tek düşünebildiğim taneler oluyordu.
Dedim ki :
"Hayatımla ne yapmak istiyorum?"
En sonunda, 21. yaş günümden
bir gece önce
bir aydınlık anında
şunun farkına vardım :
O küçük sivrisinek,
Anofel cinsindeki
o küçük sivrisinek,
5 mikrogramdan daha hafif olan,
bir tuz tanesinden daha hafif
o sivrisinek, 80 kiloluk
bir adamı devirdiğine göre,
onun benim kriptonitim olduğunu anladım.
Sonrasında farkettim ki,
hayır, sivrisinek değil,
sivrisineğin içindeki
yılda bir milyon kişiyi
öldüren Plasmodium Falciparum
adındaki parazitti beni mahveden.
Sonrasında ise farkettim ki,
aslında ondan da küçük
bir şey vardı, fakat bana çok
daha büyük görünüyordu.
Anladım ki,
benim kriptonitim korkuydu,
hayatım boyunca
beni sakat bırakan ve tüm
yaşamımı felç eden parazit oydu.
Bilirsiniz, tehlike ile korku
arasında bir fark vardır.
Tehlike gerçektir.
Korku ise bir seçimdir.
Ben de bir seçim şansım olduğunu gördüm:
Ya korku içinde yaşayacak ve
o geceki başarısızlığım sonucu ölecektim,
ya da korkularımı bir kenara bırakıp
hayallerime erişecek, ve
hayatı yaşamayı seçecektim.
Bilirsiniz, ölüm döşeğinde olmak
ve ölümle bu kadar yakından yüzleşmek
içinizde hayatı yaşama isteği uyandırır.
Gördüm ki, herkes ölüyor,
fakat herkes gerçekten yaşamıyor.
Bizler ölmek için yaşıyoruz.
Bilirsiniz, ölmeyi öğrendiğinizde,
yaşamayı da öğrenirsiniz.
Ben de o gece hikayemi değiştirmeye
karar verdim.
Ölmek istemiyordum.
Bu yüzden dua ettim,
"Tanrım, 21. yaş
günüme kadar yaşamama izin verirsen
hayatımda korkunun egemenliğini
sonlandıracağım.
Korkularımı ölüme terkedeceğim,
hayallerime erişmek için çalışacağım,
bu tavrımı değiştirmek istiyorum,
hayatımda inanılmaz bir
şey yapabilmek istiyorum,
yaşama amacımı ve emelimi
bulmak istiyorum,
imkansızın imkansız olmadığını
öğrenmek istiyorum."
O gece kurtulup kurtulmadığımı
söylemeyeceğim, bunu siz tahmin edin.
(Kahkahalar)
O gece 10 Tane'den oluşan
ilk listemi yaptım :
Ana kıtaları ve dünyanın yedi harikasını
görmek istediğime
karar verdim,
bir sürü dil öğrenmeye,
çölle kaplı bir adada yaşamaya,
okyanusta bir gemide kalmaya,
Amazon'da bir kızılderili
kabilesiyle yaşamaya,
İsveç'in en yüksek dağına tırmanmaya,
Gün doğumunda Everest Dağı'nı görmeye,
Nashville'de müzik endüstrisinde
çalışmaya,
bir sirkte çalışmaya
ve bir uçaktan atlamaya karar verdim.
İzleyen yirmi yıl içinde,
bunların bir çoğunu başardım.
Listeden tamamladığım her madde
sonrası,
5 ya da 10 tane daha ekledim
ve listem giderek büyümeye başladı.
Bir sonraki yedi yılda,
Bahamalar'da küçük bir adada yaşadım.
7 yıl,
sazlardan yapılma bir kulübede,
zıpkınla köpekbalığı ve vatoz avlayarak,
bir peştemal içinde
ve köpekbalıklarıyla yüzmeyi
öğrenmek zorundaydım.
Oradan, Meksika'ya geçtim
ve sonrasında Ekvador'da
Amazon nehrinin havzasına,
Pujo Pongo Ekvador'da
bir kabile ile yaşadım
ve ufak ufak tanelerime olan
güvenim artmaya başlamıştı.
Nashville'de müzik sektörüne girdim,
sonra da İsveç'e,
Stockholm'e yerleştim, orada müzik
yapmaya devam ettim.
Aynı zamanda kutup dairesinin üstüne,
Kebnekaise dağının tepesine çıktım.
Palyaçoluğu ve
hokkabazlığı öğrendim,
sopalar üstünde cambaz yürüyüşünü,
tek tekerli bisiklete binmeyi,
alev yutmayı, cam yemeyi.
1997'de, bir düzineden az kılıç
yutabilen kişi olduğunu öğrendim
ve dedim ki "Bunu yapmalıyım!"
Bir tanesiyle tanıştım ve
bazı tüyolar aldım.
Dedi ki "Sana iki ipucu vereceğim:
Bir numara : bu çok tehlikeli,
yapmaya çalışırken ölen insanlar var.
İki numara:
Sakın deneme!"
(Kahkahalar)
Böylece bunu da Taneler listeme ekledim.
Her gün, günde 10 ila 12 kez,
4 yıl boyunca
antreman yaptım.
Şimdi hesaplıyorum da...
4x365 x 12
Yaklaşık 13.000 başarısız girişimim olmuş.
2001'de ilk kılıcımı
boğazımdan geçirene kadar.
Bu sürede bir tane
daha belirledim
dünyanın en önde gelen kılıç yutma uzmanı
olacaktım.
Bu yüzden her kitabı, dergiyi,
makaleyi araştırdım,
her tıbbi raporu okudum,
fizyoloji ve anatomi çalıştım.
Doktorlar ve hemşireler ile görüştüm,
tüm kılıç yutanlar ile iletişime geçerek,
Uluslararası Kılıç Yutanlar Vakfını kurdum
2 yıl bir tıbbi araştırma
üzerinde çalıştım
"Kılıç Yutmak ve Yan Etkileri"
British Medical Journal'da
yayınlanan işte oydu.
(Gülüşler)
Teşekkürler.
(Alkışlar)
Kılıç yutmayla ilgili muhteşem
bilgiler edindim.
Hiç düşünmediğiniz, ama artık
düşüneceğinize emin olduğum şeyler.
Eve gittiğinizde, bıçakla bir
et keserken
ya da bir kılıç ile, bunu düşüneceksiniz..
Kılıç yutma işi Hindistan'da
başlamış -
tam da 20 yaşında bir çocuğun bunu
yaptığını gördüğüm yerde -
4000 yıl önce, M.Ö. 2000'lerde.
150 yıl boyunca, kılıç yutanlar
bilim ve tıp
araştırmalarında kullanılmışlar,
Bu sayede, 1868'de Freiburg, Almanya'da
Dr. Adolf Kussmaul tarafından
bükülmeyen endoskop icat edilmiş,
1906'da Galler'de elektro kardiyogram
keşfedilmiş,
yutma ve sindirim bozuklukları
araştırılmış,
bronşların içi muayene edilmiş.
Fakat bu 150 yılda,
yüzlerce yaralanma ve
düzinelerce ölüm olmuş.
İşte bu Dr. Adolf Kussmaul'un bulduğu
bükülmeyen endoskop.
Fakat geçtiğimiz 150 yılda
29 ölüm olduğunu tespit ettik,
Londra'da kılıçla kalbini parçalayan
bu yutucu da dahil olmak üzere.
Ayrıca her yıl 3 ila 8 arası
ciddi kılıç yaralanması
olduğunu öğrendik.
Biliyorum, çünkü çok telefon aldım.
Bunlardan ikisi,
biri İsveç, diğeri de Orlando'dan
geçtiğimiz haftalarda geldi,
hastanelerdeki kılıç yutma
yaralanmaları hakkında.
Yani, bu çok tehlikeli bir iş.
Öğrendiğim bir diğer şey de
bir kılıcı yutabilmek
çoğu insan için 2 ila 10 yıl arasında
bir zaman alıyor.
Fakat, en muhteşem keşfim ise
bu kişilerin imkansız olanı
nasıl öğrendiklerine yönelik.
Sizlere küçük bir sır vereceğim :
İmkansız olan %99.9'a odaklanmayın.
Mümkün olan o %0.1'e ve bunu
nasıl mümkün kılabileceğinize odaklanın.
Şimdi sizi bir kılıç yutucunun zihninde
bir yolculuğa çıkaracağım.
Bir kılıcı yutabilmek için,
ciddi bir meditasyon gerekiyor,
bıçak kadar keskin bir konsantrasyon,
iç organlara değmemesi ve
otomatik vücut reflekslerinden
etkilenmemesi için hatasız bir ayar
ve beyin hücreleri yardımıyla
tekrar tekrar denenerek,
10.000 denemenin ardından
kas hafızası gelişimi gerekiyor.
Şimdi de sizleri bir kılıç yutucunun
vücudu içinde yolculuğa çıkartayım.
Kılıcı yutabilmek için,
bıçağı dilimin üstünden kaydırmalı,
cervical esophagusda
öğürme refleksini baskılamalı,
küçük dilin altına doğru 90
derecelik bir dönüş ile
yemek borusunun içinden geçirmeli
ve bu sırada
kusma refleksini önleyerek,
kılıcı ciğerlerimin arasından
göğüs boşluğuna kaydırmalıyım.
Bu noktada,
kalbimi de hafifçe dürtmem gerekiyor.
Dikkatlice izlerseniz,
kalp atışımla kılıcı görebilirsiniz,
çünkü kılıç kalbime dayanmış durumda
yemek borusunun dokusuyla
arasında 3 milimetre var.
Bu sahte olamayacak bir şey.
Sonra göğüs kafesini geçerek,
yemek borusu ile mide arasında ilerliyor,
midedeki kusma refleksini baskılayarak
onikiparmak bağırsağına geliyor.
Çocuk oyuncağı.
(Kahkahalar)
Daha da ileri gidersem,
Fallopia kanalına geliyor,
Flemenkçe'de Fallopian kanalı!
Beyler, bunu sonra
eşlerinize sorabilirsiniz.
İnsanlar bana hep şunu soruyor,
"Hayatını riske etmek büyük
cesaret isteyen bir şey olmalı,
kalbini dürtmek ve bir kılıcı yutmak.."
Hayır. Asıl cesaret isteyen
o korkmuş, sessiz, ince, zayıf çocuğun
başarısızlık ve reddedilmeyi
göze alarak,
kalbinden geçene karşı koyup
gururunu hiçe sayması
ve burada bir dolu yabancının
önünde dikilerek sizlere
bağırsaklarının dökülmesi pahasına,
gerçek ve mecazen,
bu hikayeyi, korkularını
ve hayallerini anlatmasıdır.
Evet - teşekkürler.
(Alkışlar)
Evet, gerçekten inanılmaz olan
hayatımda hep iz bırakacak bir şey
yapmak istedim
ve şimdi bunu başardım.
Fakat asıl iz bırakıcı şey
bir seferde 21 kılıcı
yutabilmem veya
suyun 6 metre dibinde,
88 köpekbalığı ve vatozun arasında
İster İnan İster İnanma,
ya da Stan Lee'nin 1500 derece sıcağa
dayanıklı süper kahramanı
"Demir Adam" gibi
bu arada o şerefsiz de çok ateşliydi!
Ripley için kılıçla bir arabayı çekmek
ya da Guinness için,
ya da Yetenek Sizsiniz Amerika'da
finale kalmak,
ya da Tıp alanında 2007 lg Nobel ödülünü
almak değildi.
Hayır, bunlar iz bırakan şeyler değil.
Bu insanların düşündüğü şey.
Hayır, hayır. Bunlar değil.
Asıl iz bırakan şey
Tanrı'nın o korkmuş, sessiz, ince, zayıf,
yüksekten korkan,
sudan ve köpekbalıklarından korkan,
doktor ve hemşirelerden,
iğne ve keskin aletlerden,
insanlarla konuşmaktan
korkan o çocuğu,
9 km yükseklikte
dünyayı dolaşan,
keskin nesneleri yutabilen,
köpekbalıklarıyla yüzen,
doktor ve hemşirelerle ve
sizin gibi topluluklara konuşturmasıdır.
Benim için asıl inanılmaz olan budur.
Hep imkansızı yapabilmek istedim -
Teşekkürler.
(Alkışlar)
Teşekkürler.
(Alkışlar)
Hep imkansızı yapabilmek istedim
ve işte yaptım.
Hayatımda iz bırakan bir şey yapmak
ve dünyayı değiştirmek istedim
ve işte yaptım.
Hep dünya çevresinde uçmak
ve süper güçler ile hayat
kurtarmak istedim,
işte yaptım.
Biliyor musunuz?
Hala o çocuğun büyük
hayalleri arasında ufak bir boşluk var
çok derinlerde.
(Gülüşler) (Alkışlar)
Biliyorsunuz, hep kendi amacımı ve
emelimi bulmak istedim,
işte şimdi onu buldum.
Tahmin edebilir misiniz?
Kılıçlarla veya düşündüğünüz
gibi güçlü olduğum şeylerle ilgili değil.
Aslında zayıflıklarımla,
kelimelerimle ilgili.
Amacım ve emelim
korkularımı yenerek
dünyayı değiştirmek idi,
tek seferde bir kılıç,
tek seferde bir kelime,
tek seferde bir bıçak,
tek seferde bir hayat,
insanlara süper kahraman
olmak ve imkansızı
başarmaları için ilham vermek.
Amacım, insanların kendi
emellerini bulmasını sağlamak.
Sizinki nedir?
Sizin emeliniz ne?
Bunu yapmak için ortaya ne koyarsınız?
İnanıyorum ki, hepimiz birer
kahraman olabiliriz.
Sizin süper gücünüz ne?
7 milyarı aşan dünya nüfusunda
birkaç düzineden az
kılıç yutabilen insan
kalmış durumda,
fakat tek bir sen varsın.
Sen eşsizsin.
Senin hikayen ne?
Seni farklı yapan ne?
Haydi hikayeni anlat.
Sesin ince ve titrek dahi olsa anlat.
Senin tanelerin neler?
İstediğini yapan, istediği
yere gidebilen biri olsan
Ne yapardın?
Nereye giderdin?
Ne yapardın?
Hayatın ile ne yapmak isterdin?
Büyük hayallerin neler?
Küçükken büyük hayallerin neydi?
Geriye gidip bir düşün.
Eminim bu değildi, değil mi?
Seni farklı,
anlaşılmaz kılan
en vahşi hayallerin neydi?
Eminim bu onların çok da
garip olmadığını gösteriyor, değil mi?
Senin kılıcın ne?
Her birinizin bir kılıcı var,
iki uçlu bir kılıç, korkular ve hayaller.
Ne olursa olsun, bu kılıcı yutun.
Hayallerinizin peşinden gidin,
istediğiniz kişi olabilmek için
hiçbir zaman çok geç değildir.
Benim hiçbir zaman
imkansızı başaramayacağımı düşünen
yakantop oyunundaki o çocuklar,
onlara bir çift sözüm var:
Teşekkür ederim.
Çünkü suçlular olmasa,
süper kahramanlara sahip olmazdık.
İmkansızın imkansız olmadığını
kanıtlamak için buradayım.
Bu çok tehlikeli bir şey,
hatta beni öldürebilir.
Umarım beğenirsiniz.
(Kahkahalar)
Bir şey için yardımınıza ihtiyacım var.
Seyirciler : İki, üç.
Dan Meyer : Hayır, hayır. Sayma kısmında
size ihtiyacım olacak, tamam mı?
(Gülüşler)
Kelimeleri biliyorsanız?
Benimle sayın. Hazır mıyız?
Bir.
İki.
Üç.
Hayır, henüz 2, fakat ana fikri kaptınız
Seyirciler : Bir
İki.
Üç.
(Nefes darlığı)
(Alkışlar)
DM: Evet!
(Alkışlar) (Kutlamalar)
Çok teşekkürler.
Teşekkürler, teşekkürler,
tüm kalbimle teşekkürler.
Gerçekten, midemin en
derininden teşekkürler.
Size buraya imkansızı yapmaya geldim
demiştim, işte yaptım.
Ama imkansız olan bu değil,
bunu her gün yapıyorum.
İmkansız olan o korkmuş, sessiz,
zayıf, ince çocuğun korkularyla yüzleşerek
burada TEDx sahnesinde olması
ve dünyayı değiştirmesi,
tek seferde bir kelime,
tek seferde bir kılıç,
bir hayat.
Eğer size farklı şeyler düşündürebildiysem
imkansızın imkansız olmadığına
inandırabildiysem,
hayatınızdaki imkansızı
gerçekleştirebileceğinizi farkettiyseniz
o zaman benim işim tamamdır,
sizinki ise yeni başlıyor.
Asla hayal kurmayı bırakmayın.
Asla inanmayı bırakmayın.
Bana inandığınız için teşekkürler
ve hayalimin parçası olduğunuz için de.
Bu da benim size hediyem :
İmkansız...
Seyirciler : imkansız değildir.
Uzun yürüyüş, hediyenin bir parçası.
(Alkışlar)
Teşekkürler.
(Alkışlar)
(Alkışlar)
Sunucu : Teşekkürler, Dan Meyer, vov!