Ben bir mimarım. Bu resim benim doğup büyüdüğüm şehre ait. Pekin, Çin. Pekin eskiden doğa ile iç içe olan çok güzel bir bahçeye benziyordu. Ben çocukken bu gölde yüzmeyi öğrendim ve okuldan sonra her gün dağlara tırmanırdım. Ancak büyüdükten sonra gitgide daha fazla modern bina inşa edildi. Hepsi de birbirine benziyor. Hepsi kibrit kutusu gibi görünüyor. Neden tüm modern binalar ve şehirler böyle kutu gibi şekillerden oluşuyor? Aslında bu fotoğrafta iki farklı şehir görüyorsunuz. Soldaki New York, sağdaki ise Tianjin, Çin'in inşaat halindeki bir şehri. İkisinin de silüeti çok benzer. Muhtemelen ikisi de aynı prensibe göre inşa ediliyor. İkisinde de sıkışıklık yüzünden bir mücadele var, boş alan için bir mücadele, alanın verimli kullanımı üzerine bir mücadele. Yani, modern mimari, sermaye ve gücün bir sembolü haline gelmiş. Çin şehirlerinde çok fazla inşaat var. Sadece boş alan ve yükseklik için rekabet etmekle kalmıyor, aynı zamanda, Amerika'nın şehircilik prensiplerini de taklit ediyorlar ve her bir şehirde bu durum sürekli tekrarlanıyor. Bunu 1000 şehrin tek bir yüze sahip olması gibi düşünebiliriz. Çin'de yaşayan bir mimar olarak kendime soruyorum, bu konuda ben ne yapabilirim? Bir gün, sokakta yürürken balık satan insanlar gördüm. Balığı küp biçiminde bir kaba koymuşlardı. Ben yine aynı soruyu sordum, neden balık küp şeklinde bir kaba konur? Balıklar küp şeklindeki alanları mı seviyorlar? (Kahkahalar) Tabii ki hayır. Belki kübik alan ve kübik mimari daha ucuzdur, yapması daha kolaydır. O yüzden küçük bir araştırma yaptım. Bir kamera yerleştirdim ve balıkların bu kübik alandaki davranışlarını gözlemledim. Muhtemelen mutlu olmadıklarını fark ettim. Kübik alan, onlar için en iyi ev değildi. Onlar için yeni bir balık kabı tasarlamaya karar verdim. Bence daha organik olmalıydı, içeride daha akışkan alanlar olmalıydı. Daha karmaşık iç alanlar. Böyle bir yerde yaşadıklarında daha mutlu olacaklarını düşündüm. Ancak bilemezdim, çünkü benimle konuşamazlardı. (Kahkahalar) Ancak bir yıl sonra, insanlar için gerçek bir bina tasarlama fırsatı yakaladık. Bunlar aslında bir çift kule. Mississauga'da inşa ettik, Toronto'nun dışında bir şehir. İnsanlar bunlara Marilyn Monroe kuleleri diyorlar. (Kahkahalar) Kavisleri yüzünden. Çıkış noktamız, çok katlı, içinde yaşanabilecek bir kule inşa etmekti, ancak bu bir kutu şeklinde olmamalıydı. Doğadan ilham aldık, güneş ışığından ve rüzgar dinamiklerinden. İlk kulenin tasarımlarını bitirdikten sonra, bize dediler ki, "İkinciyi ayrıca tasarlamanıza gerek yok, aynı tasarımı tekrar edin yeter, size ikisi için de ödeme yapacağız." Ben de dedim ki, "Burada iki tane Marilyn Monroe duramaz." Doğa kendini hiçbir zaman tekrar etmez. Böylece birbiriyle dans eden iki binamız oldu. Kendime sorduğum bir soru var. Neden, modern şehirlerde, çoğunlukla mimariyi bir makine gibi düşünüyoruz, bir kutu gibi? Ben de insanların geçmişte doğaya ne şekilde baktığını görmek istedim. Geleneksel Çin resimlerini inceledim. Fark ettim ki, çoğunlukla, doğa ile insan üretimi olan yapay olanı çarpıcı bir şekilde karıştırmışlar ve böylelikle dokunaklı sahneler yaratmışlar. Yani, modern şehirler için, sorum şu: Binaları ve doğayı birbirinden ayırmak yerine, birbiri ile birleştirmenin bir yolu var mıdır? Bu da Çin'de yaptığımız bir proje. Oldukça büyük bir yerleşim alanı. Çok güzel bir doğal alan içerisinde. Dürüst olmak gerekirse, burayı ilk ziyaret ettiğimde o kadar güzel olduğunu düşündüm ki, neredeyse projeyi geri çeviriyordum. Çünkü burada bir şey inşa etmek, insana kendisini suçlu hissettiriyor. Suçlu olmak istemiyorum. Ancak tekrar düşününce, eğer ben yapmazsam, buraya, her hâlükârda, standart şehir kuleleri inşa edecekler. Yazık olacaktı. O yüzden denemeye karar verdim. Şu şekilde yaptık: Kontur çizgilerini çevredeki dağlardan aldık ve bu çizgileri binalara çevirdik. Yani bu kuleler aslında şekillerini ve geometrilerini doğadan alıyorlar. Her bir binanın farklı bir şekli var, farklı ölçüler, farklı yükseklikler. Kendi konumlarında doğanın bir uzantısı haline geldiler. Biliyorsunuzdur, insanlar bu şekilde bir mimariyi bilgisayar üzerinde tasarladığımızı düşünürler, ama ben aslında çok fazla el çizimi kullanıyorum çünkü el çizimlerindeki rastlantısallıklar hoşuma gidiyor. Bir tür duygu barındırıyor, bilgisayarla bu elde edilemiyor. Mimari, insanlar ve doğa bir arada var olabilir ve bu fotoğrafta aralarında iyi bir ilişki olduğu görünüyor. Bu fotoğraftaki kişi, ekibimizdeki mimarlardan birisi. Bence güzel doğa manzarasının keyfini çıkarıyor ve kendini rahatlamış hissediyor çünkü suçlulardan biri değil. (Kahkahalar) Sonuç olarak. Tekrar şehre dönelim, Pekin'de bu şehir kulelerini tasarlamamız istendi. Ben de bu modeli tasarladım. Bu mimari bir model, küçük dağlara ve küçük vadilere benziyor. Bu modeli masamın üzerine yerleştirdim ve her gün üzerine bir şeyler ekledim. Yıllar sonra bu binayı tamamladık. El çizimlerimin gerçek binaya nasıl dönüştüğünü görebilirsiniz. Birbirlerine oldukça benziyorlar. Siyah bir dağı andırıyor. Bu da binanın şehirde nasıl yerleştiğini gösteriyor. Bu güzel parkın kenarında. Çevredeki binalardan farklı, çok farklı çünkü diğer binalar doğayla aralarında bir duvar oluşturuyorlar. Ancak burada yapmaya çalıştığımız, binanın kendisini doğanın bir parçası haline getirmek, ki böylelikle doğa parktan şehre doğru uzansın. Yani, amacımız buydu. Çinli bir sanat eleştirmeni bu tabloyu çizdi. Bizim binayı tablonun içerisine yerleştirdi. Küçük siyah dağı görebiliyor musunuz? Bu tabloya çok uymuş görünüyor. Ancak, yaşadığımız gerçeklikte, tasarımımız etraftakilerden çok farklı göründüğü için eleştirildi. Tasarımımda değişiklikler yapmamı istediler, renginde veya şeklinde, ki çevreye uyum sağlayabilsin. Ancak benim burada sorduğum soru şuydu; neden bu bina geleneksel, doğal olan çevreye gerçekliğe oranla daha iyi uyum sağlıyor? Belki gerçeklikle ilgili bir yanlış vardır? Belki bu durumla ilgili bir sorun vardır. Çin'in en kuzeyinde, bu opera binasını yaptık. Nehrin kıyısında bir opera binası, sulak bir arazide. Bu binanın çevredeki manzaranın bir parçası olmasını ve ufukla birleşmesini istedik. Bina kelimenin tam anlamıyla karlı bir dağa benziyor. İnsanlar binanın üzerinde yürüyebiliyorlar. Gün içerisinde veya opera olmadığında insanlar buraya gelebiliyor ve manzaranın keyfini çıkarabiliyor ve parktan binaya doğru yolculuklarına devam edebiliyorlar. Binanın çatısına vardıklarında gökyüzüne doğru şarkı söyleyebilecekleri gökyüzünü çevreleyen bir amfitiyatro görürler. Operanın içerisinde, bol doğal ışık alan bir lobi bulunuyor; burada yarı açık yarı kapalı alanın keyfini çıkarabiliyorlar ve çevrelerindeki güzel manzarayı görebiliyorlar. Birçok dağ inşa ettim, burada size, buluta benzediğini düşündüğüm bir binayı göstereceğim. Bu, Lucas Museum of Narrative Arts, Los Angeles'ta inşa ediliyor. George Lucas tarafından yaratılmış bir müze, "Yıldız Savaşları" filmlerinin yapımcısı. Neden bulut gibi görünen bir bina? Çünkü bence, benim hayalimde, bulutlar çok gizemli. Doğanın bir parçası. Bu doğal öğe şehre indiğinde sürreal bir durum oluşuyor. Merak uyandırıyor, keşfetmek istiyorsunuz. İşte bu şekilde bu bina yeryüzünde hayat buldu. Bu müzeyi yukarı kaldırıp yeryüzünün üzerinde yüzmesini sağlayarak binanın altında çok fazla alan yaratabiliyoruz. Aynı zamanda, binanın üzerinde ziyaret etmeye açık, manzaranın izlenebildiği bu teras bahçesini yaratabiliyoruz. Bu müze 2022 yılında tamamlanmış olacak, hepiniz davetlisiniz. Tüm bu dağları ve bulutları inşa ettikten sonra, şimdi de volkanlar inşa ediyoruz. Çin'de. Bu aslında kocaman bir spor parkı. İçerisinde dört tane stadyum var, Stadyumlardan birisi 40.000 kişilik. Yani çok büyük bir proje. Bu fotoğrafta da görüyorsunuz, neresi bina, neresi doğa, ayırt etmek zor. Yani bina doğanın bir parçası hâline geliyor. Adeta bir doğa sanatına dönüşüyor, çünkü insanlar, bu volkan parkında gezerken binanın etrafında dolanabiliyor, üzerine tırmanabiliyorlar. Bu görsel, volkanlardan birinin içerisindeki bir alanı gösteriyor. Bu aslında bir yüzme havuzu, yukarıdan doğal ışık geliyor. Yani, yaratmaya çalıştığımız şey, mimari ve doğa arasında belirgin sınırların olmadığı bir çevre. Böylelikle, mimari, içinde yaşanan fonksiyonel bir makineden ibaret olmasın. Aynı zamanda çevredeki doğayı da yansıtsın. Ruhumuzu ve tabiatımızı yansıtsın. Bir mimar olarak ben, gelecekte bu ruhsuz kibrit kutularını tekrarlamamamız gerektiğini düşünüyorum. Benim arayışım, insanlar ve doğa arasında ahengin olduğu bir gelecek yaratma fırsatı. Çok teşekkürler. (Alkışlar)