Bu kötü şöhretli strafor kutuyu
kimler hatırlıyor?
(Alkışlar)
Pekâlâ şüphesiz ki bu kutu
beni ve şirketimi değiştirdi
ve rakiplerinizin nasıl en iyi
müttefikleriniz olabileceğini gösteren
bir serüven başlattı.
Biliyorsunuz ki seksenlerin sonunda
bu büyük Big Mac kutusu
bir çöp krizinin sembolüydü.
İnsanlar çok kızgındı bu duruma.
Örneğin dünya etrafından
binlerce genç öğrenci
mektuplar gönderip
McDonald's'ı suçluyordu.
Çünkü o zamanlar bunlardan
milyonlarca adet kullanıyorduk.
Tabii ki ben de dahil
McDonald's'taki hiç kimse
çevre dostu paketleme hakkında
bir şey bilmiyordu.
Son 10 yılda ise lojistikten
ve kamyon şoförlerinden sorumluydum.
Sonra birdenbire patronum yanıma geldi
ve "Hey, senden bu kutuyu
şirket için korumanı
ve McDonald's'taki çöpü azaltma çabasına
önderlik etmeni istiyoruz." dedi.
Ona baktım ve şunu sordum,
"Polistiren nedir?"
Fakat bu tamamıyla bana ilgi çekici geldi
çünkü beni geçmişime götürüyordu.
Göreceğiniz üzere altmışların sonunda,
yetmişlerin başında,
Amerika'da büyük bir ayaklanmanın
olduğu bir dönemde büyüdüm.
Protestolarla, oturma eylemleriyle,
Vietnam karşıtlığı hissiyle
gerçekten iç içeydim
ve otoriteyi sorgulama
gereği olduğunu çokça hissettim.
Fakat üniversiteye gittiğimde anladım ki
hayatımı bu şekilde kazanamazdım.
O bütün zihniyet durulmuş,
aktivist ruhum sönmüştü.
Bir geçim kaynağı bulmalıydım,
ben de iş dünyasına atıldım.
Şu McDonald's'a protesto mektubu gönderen
çevre kirliliği karşıtı öğrenciler,
bana yirmi yıl önceki kendimi hatırlattı.
Otoriteyi sorguluyorlar.
Ama artık patron benim.
(Gülüşmeler)
Kurumsal takım elbiseyim.
Otoriteyi temsil eden kişiyim.
Başta kurumsal sosyal sorumluluk,
sonrasında ise kurumsal sürdürülebilirlik
denilen bu yeni şey ortaya çıkıyordu
ve artık bir farklılık yaratmak için
bir fırsatım vardı.
Bu serüvenin başlangıcı
McDonald's'ın ABD Çevre Savunma Fonu ile
ortaklığa varmasıyla oldu.
ÇSF, "veletleri dava edin"
felsefesiyle kurulmuş
bir sivil toplum örgütüydü.
Bu yüzden benim ve ekibimin hakkında
ne düşündüklerini merak ediyordum.
Richard Denison ile ilk tanıştığımda
kendisi ÇSF'de
kıdemli bir bilim insanıydı,
çok endişeliydim.
Onun bir çevreci olduğunu
ve tüm umurumda olan şeyin para olduğunu
düşündüğünü düşünüyordum.
Konumuza dönecek olursak ÇSF ekibinden
bize gerçekçi çözümler üretmesini istedik.
Ve de mantıklı olan şeyi yaptık.
Onlara restoranlarımızda
flip hamburger yaptırdık.
Hayal edin ki Richard,
aynı zamanda fizik alanında
doktora da yapmıştı,
sıra ona gelmişti, bir çeyrek pounder
hazırlamaya çalışıyordu.
Normalde içine iki damla ketçap,
bir damla hardal, üç turşu
ve soğan koyarsınız, diğerine geçersiniz,
çok hızlı olmalısınız.
Ve biliyor musunuz
tüm gün boyunca doğru düzgün yapamadı.
Hüsrana uğramıştı.
Ben ise çok etkilenmiştim
çünkü yaptığımız işi anlamaya çalışıyordu.
Sonrasında ÇSF ekibi düşündü ki
yeniden kullanılabilir malzemeler
işimizdeki zirve noktasıydı.
Ben ve ekibim düşündük ki
yeniden kullanılabilir malzemeler mi?
Çok yer kaplayacak, dağınıklık olacak,
bizi yavaşlatacaktı.
Ama bu bu fikirlerini reddetmedik.
DC dışında seçtikleri
bir restorana gittik, arka odasına girdik.
Bulaşık makinesi düzgün çalışmıyordu,
kirli tabakları etrafa saçıyordu.
Mutfak bölgesi kirli ve kötüydü.
Onların McDonald's'taki
deneyimlerine nazaran temiz ve düzenliydi,
bariz farkı görebiliyorlardı.
Ayrıca tüm gün boyunca
McDonald's'taki bir restoranda oturduk
ve müşterilerin
yemek yiyişlerini seyrettik.
Davranışlarını izledik.
Görünen oydu ki çoğu müşteri
yiyeceğini ve içeceğini alıp gidiyordu.
ÇŞF, yeniden kullanılabilir malzemelerin
bize uygun olmadığı kanısına vardı.
Fakat onların işe yarar
bir sürü fikri vardı.
ÇSF ekibi olmadan kendi kendimize
o fikirleri asla düşünemezdik.
Benim favori fikrim beyaz torbadan
kahverengi torbaya geçmekti.
Beyaz torbayı kullanıyorduk.
El değmemiş bir madde.
Klor içerikli ağartıcı
kimyasallardan yapılıyor.
Onlar dediler ki ağırtılmamış,
kimyasal barındırmayan torbalar kullanın.
Bu torba geri dönüştürülebilir
maddelerden yapılıyor,
genellikle karton kolilerden.
Velhasıl, torba daha sağlam oluyor,
yapısı daha sağlam oluyor
ve bize çok masraf ettirmiyordu.
Tam bir kazan-kazan durumuydu.
Düşündükleri başka bir fikir ise
peçetelerimizi iki buçuk cm küçültebilir
ve onları geri dönüştürülmüş
ofis kağıtlarından yapabilirdik.
Düşünüyordum da
iki buçuk cm pek de bir şey değildi.
Bunu yaptık ve yıllık yaklaşık
bin 400 tonluk israftan kaçınıldı.
16 bin ağaç kurtarıldı.
(Alkışlar)
En güzel kısmı ise parlak,
beyaz peçeteleri değiştirmemiz oldu.
Geri dönüştürülebilir malzemeden dolayı
gri ve benekli olmuştu.
Bu stil, müşterilerimiz arasında
moda hâline gelmişti.
Zaman geçtikçe ÇSF ekibiyle çalıştığım
zamanlardan keyif almaya başladım.
Birçok akşam yemeği yedik,
fikir alışverişi yaptık, maça gittik.
Arkadaş olduk.
İşte o zaman bir hayat dersi öğrendim.
Şu sivil toplum örgütü işçileri,
onların benden hiçbir farkı yoktu.
İnsanları umursuyorlar, tutkuları var,
birbirimizden farksızız.
Sonuç olarak altı ay süren
ve 42 bölümlük bir atık azaltma,
yeniden kullanmak
ve geri dönüşüm için yapılan bir planla
sonuçlanan bir ortaklık yaşadık.
90'lar boyunca ölçtük
ve on yılda yaklaşık yüz kırk bin ton
değerinde israfı azaltmıştık.
Pekâlâ eğer şu polisitren kutuyu
merak ediyorsanız söyleyeyim,
evet, ondan kurtulmuştuk.
Çok şükür, hâlâ bir işim vardı.
Bu ortaklık o kadar başarılıydı ki
eleştirmenler eşliğinde
çalışma fikrini tekrarladık.
Toplumda ve iş ortamında
işe yarayabilecek fikirler üstünde
birlikte çalıştık.
Ama bu iş birliği fikri acaba
aşırı muhalif gruplar arasında
yürüyebiliyor muydu?
Ayrıca biliyorsunuz, bazı direkt olarak
elimizde olmayan sorunlar var.
Hayvan hakları gibi.
Hayvan hakları, bariz olarak, etleri için
hayvanların kullanılmasını istemiyor.
McDonald's büyük ihtimalle yiyecek hizmeti
endüstrisinin en büyük et alımcısı.
Burada doğal bir çatışma var.
Fakat yapılabilecek en iyi şeyin
o zamanki en gürültülü
ve en aktif eleştirmenlerine gidip
onlardan bir şeyler
öğrenmek olacağını düşündüm
ki onlar, Uluslararası Hayvan Hakları'nın
yöneticisi Henry Spira
ve hayvan haklarının
modern tezi olarak görülen
"Hayvan Özgürleşmesi"
kitabının yazarı Peter Singer'dı.
Hazırlanmak için
Peter'ın kitabını okuyordum.
Zihniyetini anlamaya çalışıyordum
ve kabul etmeliyim ki çok katıydı.
Vegan olmuyordum,
şirketim oraya doğru yönelmiyordu.
Fakat cidden düşündüm ki
buradan çok şey öğrenebilirdik.
Bu yüzden de New York'ta
bir kahvaltı buluşması ayarladım.
Masaya oturuşumu,
hazırlanışımı hatırlıyorum
ve favori kahvaltımı istememeye
karar vermiştim,
pastırma, sosis ve yumurta.
(Gülüşmeler)
Sadece hamur işleriyle yetinecektim.
Fakat itiraf etmek gerekirse düşmanca bir
tartışmanın olmasını bekliyordum.
Ama hiç olmadı.
Henry ve Peter sadece nezaket doluydu,
bizi umursuyorlardı, oldukça akıllıydılar,
iyi sorular soruyorlardı.
Onlara, hayvan hakları üzerinde çalışmanın
McDonald's için
ne kadar zor olduğunu söyledim
çünkü tedarikçilerimiz
sadece köfte üretir.
Hayvanlar nüfuz alanımızdan
üç veya dört basamak uzaktır.
Çok empatiklerdi.
Kurumlarımızın görevleri bakımından
birbirimize direkt olarak karşı çıkarken
hissettim ki çok şey öğrenmiştim.
En iyisi de bana
muazzam bir tavsiye vermeleriydi.
O da şuydu, bana "Dr. Temple Grandin ile
birlikte çalışmalısın." dediler.
O zamanlar onu tanımıyordum.
Size bir şey söyleyeyim,
kendisi hayvan davranışları alanında
önceden ve şu anki en ünlü uzmandır.
Hayvanların hareketlerini ve tesislerde
nasıl davranmaları gerektiğini biliyor.
Sonuç olarak onunla buluştum
ve kendisi en iyi türden bir eleştirmendi.
Bir bakıma sadece hayvanları seviyor,
onları korumak istiyordu
fakat aynı zamanda et endüstrisi
gerçeğini de kavrayabiliyordu.
Her zaman hatırlayacağım,
hayatımda hiç mezbahaya gitmemiştim
ve böylece ilk kez
onunla birlikte gitmiş olacaktım.
Ne ummalıyım bilmiyordum.
Gördük ki hayvan bakıcılarının
ellerinde elektrikli sopalar vardı
ve basitçe tesisteki neredeyse
bütün hayvanları şokluyorlardı.
İkimiz de dehteşe düşmüştük,
o yukarı ve aşağı zıplıyordu,
onu görmeliydiniz.
"Olamaz, bu doğru değil,
bayrakları, plastik torbaları
kullanabiliriz,
doğal davranışları için ağılları
yeniden tasarlayabiliriz." diyordu.
Sonrasında standartları
ve prensipleri ayarlamak için
Temple ve tedarikçilerimizi
bir araya getirdim.
Hayvan refahı sağlama fikirlerini
gerçekleştirmek için.
Bunu gelecek iki ile beş yıllık
süre içerisinde yaptık.
Hepsi birbirine entegre oldu, güçlendi.
Bu arada, McDonald's'ın
tedarikçilerinden ikisi iflas etti
çünkü standartlarımızı karşılayamadılar.
En iyisi, bütün bu standartlar
en sonunda tüm endüstriye yayılmıştı.
Artık hayvanları şoklamak yoktu.
Peki, başka alanlarda
suçlandığımız konulara ne oldu?
Ormansızlaştırma gibi.
Bu sorun hakkında hep düşünürdüm ki
siyasetçiler ve hükûmet,
bu onların görevi.
Hiç bize yansıyacağını düşünmemiştim.
Fakat hatırlıyorum,
2006 yılı Nisan ayının başlarında
Blackberry'mi açmıştım
ve İngiltere'de düzinelerce ortaya çıkmış,
tavuk gibi giyinip
McDonald's'ta kahvaltı eden
ve kendilerini masa
ve sandalyelere zincirleyen
Greenpeace katılımcılarını okuyordum.
Ben de dahil birçok kişinin
dikkatini çekmişlerdi.
Daha yeni yayınladıkları
"Eating Up the Amazon"
adlı raporu merak ediyordum.
Bu arada soya, tavuk yemi için
anahtar bileşendir
ve işte McDonald's ile olan bağı buydu.
Sonra, Dünya Vahşi Yaşamı Koruma
Vakfı'ndaki güvenilir dostlarımı aradım.
Conversation International'ı aradım.
Kısa süre sonra öğrendim ki
Greenpeace raporu doğru söylüyordu.
Sonra içimden destek aldım
ve hep hatırlayacağım, ertesi gün,
kampanya sonrası onları aradım
ve "Size katılıyoruz." dedim,
"Birlikte çalışmaya ne dersiniz?"
Üç gün sonra,
mucizevi bir şekilde,
McDonald's'tan dört kişi,
Greenpeace'den dört kişi
Londra Heathrow Havaalanı'nda
görüşüyorduk.
Söylemem gerek ki
ilk dört saat öyle böyleydi,
aramızda pek güven yoktu.
Fakat öyle görünüyordu ki
taşlar yerine oturuyordu
çünkü her birimiz
Amazon'u kurtarmak istiyorduk.
Görüşmemiz sırasında, hiç sanmıyorum,
kimin Greenpeace'den ve kimin
McDonald's'tan olduğunu söyleyemezdiniz.
Yaptığımız en iyi şeylerden biri
onlarla birlikte Greenpeace uçağında,
Greenpeace botunda, Amazon'u
dokuz gün boyunca gezmemiz oldu.
Ve hep hatırlayacağım,
Manaus'un, Amazon'un başkentinin, yüzlerce
km batısına seyahat ettiğinizi düşünün.
Çok saf bir güzellikte ki
bir tane bile insan yapımı yapı yok,
yol yok, tek bir tane kablo,
tek bir tane ev yok.
Manaus'un doğusuna seyahat ettiğinizdeyse
bariz yağmur ormanı yıkımını görürsünüz.
Velhasıl, bu pek olması beklenmeyen
iş birliği olağanüstü sonuçlar üretmişti.
Beraber çalışarak
aynı sebep için bir düzineden fazla
perakendeci ve tedarikçi topladık.
Bu arada üç ay içinde
orman tıraşlama uygulamaları üzerine
endüstri tarafından
bir moratoryum duyuruldu.
Ve Greenpeace'in kendisi bunu
ormansızlaşmada
muhteşem bir azalış olarak açıkladı
ve o zamandan beri
hâlâ etkisini sürdürmekte.
Anlattığım bütün bu iş birliği türlerinin
bugün olağan olacağını düşünüyorsunuz.
Ama öyle değiller.
Şirketler hırpalandığında
genel yanıt reddetmek ve ertelemektir.
Bazı yavan türde sözler söylenir
ve hiçbir aşama kaydedilmez.
Bence alternatif çözüm gerçekten kuvvetli.
Demek istediğim, her sorunu çözmeyecek,
tabii ki daha yapılacak
bir sürü şey olacak
fakat bu eleştirmenlerle çalışma fikri
ve toplum için
daha çok iyilik yapma çabası
iş için aslında iyi bir şey.
İnanın bana, mümkün.
Fakat bu, eleştirmenlerinizin
en iyi niyette olduklarını varsayma
düşüncesi ile başlar.
Tıpkı sizin en iyi niyette olmanız gibi.
Sonra ikinci olarak,
geçmişteki birçok taktiğe
bakmanız gerekiyor.
Kabul ediyorum, şirketimde kullanılan
taktiklerin çoğunu sevmiyordum.
Fakat bunun yerine,
gerçek olan neyse ona odaklanın.
Yapılması doğru olan ne ise ona,
bilim ne diyorsa ona,
bilimsel yasalar ne diyorsa ona.
Son olarak söyleyeceğim şu,
anahtarları eleştirmenlere verin.
Onlara arka odayı gösterin.
Götürün onları oraya, detayları saklamayın
çünkü eğer müttefik ve destek istiyorsanız
açık ve şeffaf olmalısınız.
İster bir kurumsal takım elbise
ister bir çevreci olun,
Diyeceğim şu, bir dahaki sefer
eleştirildiğinizde
elinizi uzatın, dinleyin, öğrenin.
Daha iyi olacaksınız,
şirketiniz daha iyi olacak
ve belki de bu sırada
iyi arkadaşlar da edineceksiniz.
Teşekkürler.
(Alkışlar)