Mooji Baba'yla Yürüyüş
[Mooji] Çok güzel bir soru
sordun bana bu sabah,
"Egosuz olmak ne demektir?"
Yaşam demektir, hakiki yaşam.
Egosuz Olmak Ne Demektir?
03-01-2018
[Mooji] Duyguların boyunduruğu
altında değilsindir,
hayatın, 'kişi' oluşunun
hizmetinde değildir.
Şöyle ki birçoğumuz için
hayatımız, 'kişi' oluşumuzun
hizmetindedir öncelikle,
nasıl olduğumuz gibi mesela:
"İyi değilim", "Buna ihtiyacım var",
"Hiç param yok,"
Her şey sadece biz, biz, biz ile ilgili.
Ve bu öyle bir ...
Hayatlarımız hizmet için olmalı ve ...
Şöyle ki kendisine değil de,
yaşama hizmet halinde
olan bir hayat,
eğer hizmeti doğru dürüst yaparsan,
yüzlerce insana, birçok insana
neşe yaşatır.
Kendine hizmet eden bir hayat bencildir ve
son derece müsrif bir yaşam olduğu söylenebilir.
O kadar çok güç var ki içinizde
ve bu güç, sizin 'kişi'niz için değil.
Öyleyse, egosuz olmak ...
Kişi, egosuz olmak istediğinde,
'kişi' hâlâ oradaysa,
bu çok zordur.
O iyi olmaya çabalamaktır ve bu da
makbuldür; bu da çok geniş bir yoldur.
Kitabı Mukaddes'i okuyan birçok insana
şunlar söylenir: "Birbirinizi sevin",
"Size kötülük edenlere siz iyilik edin."
Bu cinsten şeyler.
İnsanlar da ellerinden geldiğince sevecen
ve nazik olmaya çalışırlar ve bu iyidir.
Gayet iyi sonuçlar verir,
fakat size iyi olmalısınız
dendiği için böyle yapıyorsanız,
bazen bunda sahte olan bir şeyler vardır.
Ödül arıyoruzdur: "İyi olan şeyi
yaparsam, bir şey elde ederim."
Yani bu hâlâ kendimiz içindir,
bir açıdan.
Fakat kendimizin Öz olduğu
Hakikat'ine uyandığımızda,
Öz, her şeyi, herkesi gözetir.
Bu farklıdır bir şekilde.
Hayat çok daha hafiftir,
sanki hiçbir kişisel problem yokmuşçasına,
kişisel problemlerinize dair hissiniz
yok oluverir.
Ortada problemi olacak bir 'kişi' yoktur.
Hayatın getirdiği şeyler olur,
belki biri çıkıp,
"Seni beğenmiyorum!" diyebilir
ve bu hissedilecektir
ve eğer bu sözlerde
çok fazla zehir varsa,
hüzün hissedebilirsiniz, ama bu sizi
hiçbir zaman ağır bir şekilde etkilemeyecektir.
Üstelik doğru olan şeyi yapıp,"Allah'ın rahmeti
üstüne olsun," demeye dahi muktedir olursunuz.
Bazen önlerinde söylemezsiniz bunu,
çünkü bu onları huzursuz bile edebilir,
ama kalbinizde bunu kabullenir ve
kendi içinizden zehri çıkarırsınız.
Ego, bir insanın hayatının
içindeki zehirdir,
işleri kötüye götürür sadece,
her zaman bencildir,
her zaman kendisine enerji çeker,
her zaman haklı çıkmak ihtiyacındadır, vs ...
Son derece zehir doludur o.
Fakat bazen, başka bir yol
bilmediğimizden,
"İşte, ben böyleyim,"
gibi hissedilir.
Kişinin ardındaki daha derin Hakikat alanına
uyanmaya başladığınızda,
işte tam burada, öz-araştırması veya 'Davet',
sizi bunun içinden çıkarır;
o alandan çıkarıp, onun ardındaki alana,
daha fazla aydınlığın
ve genişliğin bulunduğu,
o saf akıl alanına getirir.
Daha o anda mutlu ve hafif
hissetmeye başlarsınız
ve mutluluğunuz ve aydınlığınızda,
doğal olarak, doğru olduğunu hissettiğiniz
şeyi yapmak istersiniz.
Sanki doğru olduğu hissedilen şey,
doğal bir şekilde kalbinizde belirir
ve bencillik, sizi terk eden
bir zehir gibi hissedilir ki
böylece onu baz alarak
düşünmezsiniz pek.
Sizi mutlu eden bir şey
bulduğunuzda,
mümkün olduğu kadar çok insanı mutlu
etmek için, paylaşmak istersiniz bunu.
Siz bir kapıdan geçip,
bir genişliğe çıkarsınız,
mümkün olduğu kadar çok insanı da
geçirmek istersiniz.
İşte, egosuz olmak böyle bir şeydir.
Ego ne kadar azalıp yok oluyorsa
- bu ağır "Ben, ben, ben,"
ego cübbesi -
o kadar fazla genişlik ve
alan mevcut olur.
Bu sebepten dolayı,
'İlahi Alan'a geldiğinizi söylüyorum ben.
İlahi Alan'da kıskançlık olmaz,
tüm bu şeyler çekip gider:
Bencillik, şiddetli arzular ...
Öyle bir alandasınızdır ki o, doğal olarak
özen gösterir, itina eder
ve her şey onun içinde derlenir.
Sizin hayatınızın ve
sevdiklerinizin hayatlarının
her yönünü kollayıp gözetir o.
Ama sevgiyi hissettiğiniz yer durmaz,
gitgide daha da genişler.
İşte, egosuz olmak budur.
Tüm dünyadaki en güçlü şeydir.
Ego, dünyadaki en karanlık güçtür.
Egodan özgür oluş, dünyadaki
en aydınlık ve güzel kuvvettir.
Ve benim için, insanoğlu olarak yaşamanın
karşısındaki zorluk budur:
Ego kimliğini aşmak.
Ama dünyamızda çok ender
bir şeymiş gibi görünüyor bu,
çünkü 'kişi'ye çok şey yükleniyor,
ilk aşkımız gibi bizim;
biz o ilki çok seviyoruz.
Fakat Öz'ü sevmemiz gerekiyordu,
'kişi'yi değil.
Önce Öz'ü sev.
Ama biz onu en son sevmeye meyilliyiz.
Bu böyle.
Güçlü bir kimlikle yetişiyoruz
ve sadece 'ben, ben, ben' ile,
fakat böyle hiçbir zaman mutlu değiliz.
Bir dolu şeye ihtiyacımız var:
Paraya ihtiyacımız var, arkadaşlığa ihtiyacımız var,
eşe ihtiyacımız var, mutlu olmak için
güzel şeylere ihtiyacımız var.
Ama egodan özgür olan biri,
nasıl olursa olsun mutlu olabilir.
Onu nereye koyarsanız koyun, mutludur.
Hırslı, rekabetçi değildir,
ilişkilerinde, muamelelerinde açıktır,
başkalarının hislerini göz önünde
bulundurur her zaman.
Bu çok güzel ve
benim dileğim, duam o ki
mutlu olmak salgın hale gelsin yeniden,
varlıklar bunun keyfine varsınlar ...
Grup aktiviteleri yaptığımızda,
bazı insanlar, beraber çalışıp güzel bir şey
ortaya çıkarabileceklerini
görmeyi öğreniyorlar ve bu
çok hoşlarına gidiyor.
Monte Sahaja'da, ortam ve titreşimler
öylesine yükseldi ki şimdi,
sevgi hissi çok kolay.
İnsanlar seviyormuş gibi yapmıyorlar,
samimi olarak bu titreşimi
hissediyorlar.
Bu titreşim nereden geliyor?
Buraya geldiğimiz ve buranın
çok özel topraklar olduğu
ve ağaçların bir titreşim yaydığı
söylenemez.
Hayır! Bu titreşimi,
yaşayan Öz'ü biz getiriyoruz,
hareketlerimizle, düşüncelerimizle,
meditasyonla,
kavrayışla,
Mevla'ya ya da saf bilince
hürmet ve çekimle.
Bunların hepsi titreşimi yükseltiyor
ve titreşim çok güçlü hale geliyor.
Bu şeylerden anlamayan
insanlar bile,
geldiklerinde bir şey hissediyorlar:
"Burada kendimi iyi hissediyorum. Burada olmak
hoşuma gidiyor." Etkilendikleri ne?
Bu yerin titreşiminden etkileniyorlar.
İhtimalen bunun felsefesini bilmiyorlar,
bu önemli değil.
Önemli olan, o felsefenin
sebep olduğu hareket,
kılavuzluğun - kabul edildiği zaman -
ortaya çıkardığı güç.
Kabul edilmediğinde, kılavuzluğun
hiçbir gücü olmaz.
Kabul edildiğinde, uyanır ve
hareket etmeye başlar
ve işte o vakit her şeye ...
Ağaçlara geçer,
toprağa geçer, her şeye geçer.
Bu yüzden, bazı yerlerde, o kişi artık
orada olmadığı halde,
o yerin titreşimini hissedebilirsiniz.
Ben Hindistan'da böyle yerlerde
bulundum.
Jamaika'da, Bob Marley'in evinde bile
bu titreşimi hissettim aslında.
Yatağının yanında terliklerinin
durduğu odasına girdim,
hiçbir şey beklemiyordum ama
sevgi hissi çok güçlüydü.
Harikuladeydi bu!
Hindistan'da, Gandhi'nin yerinde ve
bulunduğum başka yerlerde,
o his: "Aman tanrım!"
Çok fazla değil ama bayağı bir yer...
Bu titreşimi hissediyorsunuz;
duvarlarda yaşıyor o,
kiremitler bile taşıyor o titreşimi.
İçeri giriyor ve "Bu evde mutluluk vardı,"
diye hissediyorsunuz.
Ve o mutluluk yaşıyor.
O insanlar bedenlerinden ayrıldıkları halde,
mutluluk evin içinde.
İnanılmaz bir şey bu!
Bazen karanlık da bir
evde yaşayabilir.
Bunlar güçlü çekim, ihtiras, korku,
sevgi enerjileri ... Bunlar,
insanlık âlemindeki büyük kuvvetler
ve toprağa bile etki ediyorlar,
o titreşimi bırakıyorlar orada.
Ormana gider bazen insanlar,
doğada olmayı çok sevdiklerini söylerler.
Doğa insan karanlığıyla kirletilmemiş
olduğu için böyledir bu.
Dolayısıyla da onun
'bundan boş' olduğunu hissederler.
Daha çok, ağaç bilincine,
ve yere, toprağa,
toprak bilincine geçerler.
Bilincin insan suretini tecelli ettirdiği
bir yere geldiğinizde,
onun ifadesi
çok daha zengin,
çok daha çeşitlidir.
Eğer bilinç nüfuz ettiyse
ve bilinç ile dopdoluysa,
öylesine güçlüdür ki!
Bu yüzden, İsa 2100 yıl önce
fiziki olarak burada, yeryüzündeydi
ve İlahi bilincin somut ifadesi olan
tek bir insanoğlu vasıtasıyla,
bedenini terk ettikten
2100 sene sonra dahi,
insanlar hâlâ İsa'nın müritleri,
veya Buda'nın takipçileri,
ya da 5000 sene evvel
burada olan Krishna'nın,
binlerce yıl evvel burada olan Rama'nın
takipçileri oluyorlar, diyorum ben.
Neden? Çünkü titreşim orada,
kabul ettiklerinde.
Yani, bu çok güçlü bir şey!
Bir insanoğlu kendini unuttu
ve o zamandan beri
tüm dünya onu unutamıyor,
diyordum önceden.
Bu çok güçlü bir şey!
Kendini unutmak demek, egoyu geçersiz kılmak,
onu dinlememek demektir.
Onu (egoyu) aştı onlar.
Ve onların tesirleri, mevcudiyetleri
ve sözleri,
milyonlarca varlığın yaşamını etkiledi.
Demek ki örnekler mevcut.
Ve bu insanların her biri,
bizimkiyle tam olarak aynı
kana sahipti,
aynı aya, aynı yıldızlara, aynı güneşe baktı,
tıpkı bizim gibi.
Onların da iştahları vardı, yoruldular,
bazen uyumadıkları oldu,
arkadaşlıkları oldu,
nefret edenleri oldu.
Bunlara rağmen yine de, Hakikatin ruhunda,
Tanrı'nın ruhunda parıldıyorlardı.
İşte, bana göre, bir insan hayatının
tam olarak yerine getirilmiş olması,
gerçekte kim olduğunun
hakikatine uyanmaktır,
ve Tanrı işte budur;
kalbinin içindeki
İlahi âlemdemsindir.
Olan budur.
Kutsal metinleri sadece yüzeysel
olarak takip eden bir insan ...
Bu yeterli olmaz.
Yaşamı değişir,
başkalarının yaşamlarına da tesir eder,
fakat hafif bir şekilde.
Ne var ki egosunu terk eden ve
Tanrı okyanusuna bütünüyle dalan birisi,
işte bu kişi yükselir
ve dünyada bir rehber olur,
konuşmasa bile.
Bazı varlıklar konuşmaz,
fakat mevcudiyetleri son derece kuvvetlidir,
çünkü Tanrı'nın mevcudiyeti,
varlıklarının tabiatına öylesine içkindir ki
insanlar sadece onların huzurlarında bulunarak
dönüşüme uğrarlar.
İşte, egosuz olmak demek budur
bana göre,
dünyadaki en güçlü şeydir bu!
Eğer birisi Venüs'te altı ay yaşamış,
diğeri ise bir karton kutuda,
Allah'ı tefekkür ederek
altı ay yaşamış ve uyanmış
iki insanla tanışsaydım,
her defasında bu ikincisiyle beraber
olmayı tercih ederdim.
Hayat hakkında bir astronotla
konuşmak zorunda değilim,
çünkü o da bir o kadar egoyla
dopdolu olabilir.
Fakat kendi içinde
egoyu aşmış olan kişi,
işte benim kutlu buluşmam
bu olurdu.
Sadece bununla olmak için,
Tanrı'yı seven,
Hakikat'i arayan varlıkların
ortamında olmak için,
orada gidip oturmayı tercih ederdim.
Kutsal refakat budur.
Sadece Hakikat'ı arayanların
refakatinde olmak hayırlıdır da.
Bu yüzden, doğru yerde
olduğumuzu,
gitgide daha çok varlığın, hakiki mutluluğu
bulduğunu hissediyorum,
"Dünyayı fethedeceğiz!"
seferi değil bu. Hayır.
Sadece birer birer bulmaları yeterli,
o ışığın dünyada hareket
etmesi de bir şey.
Çünkü dünyanın ruhaniyetle ilgili daha fazla
kitaba ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum.
Hakikat'ten bahseden
kitaplardan ziyade,
Hakikat'i kendilerinde somutlaştıran
insanlara ihtiyaçları var!
Yaşayan kitabı görmek istiyorlar,
kağıttan kitabı değil.
Kendileri gibi olan, yaşamıyla onların
içindeki bir şeyi açığa çıkaran
veya zorlayan ya da o şeye karşı duran
bir insanoğlunun kitabını
görmek istiyorlar.
O kalibrede bir insanla karşılaşınca,
varlıkları, Tanrı'yla karşılaştığını
inkâr edemez.
Ateist olduklarını ileri sürüp de
kendilerine böyle bir etkide bulunan
bir canla karşılaşınca,
"Vay be, bunun ne olduğunu
bilmiyorum, ama
kalbimde tüm bu değişimlere
sebep oluyor,"
diyen insanların hikayelerini
defalarca işitmişizdir.
Çünkü onlar hakiki bir ateist olamaz,
bir gariplik bu sadece.
Bu yalnızca cehaletin derinliğini gösterir,
evrenin düzenini kontrol eden ve
belirleyen, her şeyi gözeten
yüce bir gücün var olduğunu
kabul etmediğini gösterir.
Bunu yapan insanlar değil;
bu ağaçların büyümesine müsaade eden
ve yağmuru gönderen
ve havayı değiştiren
ve sadece bir güneş sistemindeki değil,
tüm güneş sistemlerindeki
bütün farklı gezegenleri gözeten,
insanlar değil!
Bundan bahsetmek bile insanın
güçsüz hissetmesine sebep oluyor.
O Yüce Varlığın ihtişamını ve
gücünü kavrayamazsınız.
O Varlık, bir şeyleri gerçekleştiren
ayrı bir teşekkül değildir,
o şeylerin kendisinin içindedir. Tıpkı ...
Tanrı sadece bir suret olamaz,
veya Tanrı, tüm suretlere içkin
ve onların da ötesindedir.
Suretler sürekli değişiyor,
çünkü O, onlara zaman
ve büyüme bahşediyor
ve büyüyen herhangi bir şey,
dönüşüp değişmek zorunda.
Halbuki Tanrı-Öz değişmez,
buna rağmen değişimi ortaya çıkarır
ve ifadesinin tüm farklı değişimlerine
göz kulak olur.
Bazen, onu bir tür enerji alanı gibi
tasvir etmek istiyorum,
ama o bir enerji değil sadece,
o bir akıl ve bir ruh ...
Bu onun görünen ifadesi
ve ondan meydana çıkıyor,
birçok ipucu veriyor, bakarsan tabii.
Birinin kafasındaki saça bakıp
görüyoruz ki
uzayıp duruyor,
ama nereden?
Kafanın içine bakarsan,
içinden çıkan saç falan yok.
Hiçbir şey yok,
sadece uzuyor.
Şunu gösteriyor sana:
"Tüm bu şeyleri yoktan yaratır,
onlara güç verir ve onları
yokluğa geri döndürürüm."
Hakkında konuşulamayacak kadar
muhteşem!
Bazı canlar, bu gücün ihtişamı karşısında
kendilerinden geçerler.
İşte bu güç, senin kendine,
Öz'üne dair hissinin kaynağı.
Bunu bilmek, anlamasan da,
hayatını ateşe vermiş olmalı bile,
gidip oturmak zorunda kalmalısın.
Hayatının Tanrı'dan kaynağını
almış olmasına
duyulacak şükür duygusunun
ucu bucağı yok.
Bunu hakikaten anlamayan
birisi için ...
Bunu bir süre için hissetmeyen
canların olması da
o güç tarafından tayin edilmiş
ve onlar da eninde sonunda kendi içlerinde
buna uyanmak zorundalar.
Benim için hayırlı, kutlu bir hayat,
farkında olan ve bu farkındalık içinde yaşayan
ve sonra da bu farkındalık olarak
yaşayan
birinin aksine,
varlığın içinde körlük yaratan
ve sadece dünyevi şeylerle
alakadar olmamıza neden olan
egodan uzaklaşan yaşamdır.
Farkındalık olarak yaşamaya başlarsan,
halihazırda cennettesindir,
halihazırda o alandasındır.
Hatta, cennetten bile
daha öte, derdim,
böyle söyleyebilirsem eğer.
Bu his belirdiğinde, birden,
"Bu kafirce bir şey mi?" diye düşündüm.
Hissettim ki eğer cennet,
görüntü ve nesnelerden
ibaret ise, onlar da
bir şekilde zaman içerisindedir.
Belki de Tanrı'nın bir günü,
binlerce insan yılı olabilir.
Kim bilir? Ama her ne olursa olsun,
değişim olmak zorunda.
Eğer varlıklar farklı kademelerde iseler,
o zaman tabii ki evrim ve gelişme
hâlâ mevcuttur.
Fakat saf farkındalık,
gelişmeyle alakadar olmaz.
O bu denli mükemmeldir,
fakat bu, zihne hiç cazip gelmez,
çünkü zihin her daim,
şeylerle ve nesnelerle
ve sahip olmak ve kaybetmekle ve elde etmekle
ve değişim ve gelişimle
ve bir şeyler olmak ve yitirmekle
ve tüm bunlarla alakadar olur.
Halbuki farkındalık,
böyle kavramların ötesindedir.
Herkese, "Bırak bunu şimdi," derken,
bunu söylemeye çalışıyorum.
Bırak bunu şimdi.
Kimliğin için kaygılanmayı dahi bırak.
Bırak tüm bunları.
Kime konuşuyorum?
Bunu yeterince işitmeyen akla.
Akıl, kalpten gelen bu emri
işittiğinde,
her şeyi bırakıp, birliğin içinde,
kendi birliğinin tecrübesi içinde
olabiliyor.
Bir de, satsang salonundaki insanları görüyorsunuz,
böyle meditasyonlarda
ve böyle bir rehberlikle,
orada o sıkıntı, rahatsızlık yok,
bilinç sınırını aşan, doğaüstü bir
düzlemdeymişsin gibi sanki.
Bencillik ve benzeri şeylerin
etkisi azalıyor
ve sanki varlığın daha hafif
bir boyutunda süzülüyorsunuz.
Yani, bu son derece somut bir şey aslında,
onu hissediyoruz
ve onu deneyimleme kapasitesine sahibiz.
Başlangıçta, birçokları için
zihin kendini gösteriyor.
Bazen buraya insanlar geliyor ve
böyle bir ortama alışık olmuyorlar
ve zihinlerinin onlara ne kadar sorun
yarattığını görüyorsunuz.
Bu yer ve insanlar onlara sorun
çıkarıyormuş gibi görünüyor,
fakat kendi zihinleri onlara
sorun çıkarıyor.
Zihin rahatsız oluyor,
çünkü ona kafa tutulduğunu hissediyor:
"Bu insanlar ne için böyle mutlular?
Onlara güvenmiyorum bile. Rol yapıyorlar."
Zihin aşırı çalışıyor,
tüm bu alaycılık, yargılama, huzursuzluk
falan gibi şeyler ortaya çıkıyor.
Ama bunlar, daha yüksek bir bilinç seviyesine
erişmek için çekilen doğum sancıları sadece.
Israrlı olurlarsa, ama genellikle olmuyorlar,
çekip gidiyorlar.
Fakat bir şey içeride
ve bu tohum içlerinde büyümeye başlıyor,
çünkü onları buraya Tanrı getirdi.
"Ben buraya gelmek istemedim, karım ...."
diye hissetseler bile,
buraya gelmelerine, içlerindeki rahatsızlığı
tecrübe etmelerine
sebep olan yine bu güçtür,
ne var ki onlar bunun kendilerinden
kaynaklandığını fark etmiyorlar.
Dışarıdan geldiğini zannediyorlar.
Halbuki, maruz kaldıkları fakat
henüz uyum içinde olmadıkları
enerjiye karşı duyulan
bir tepkiden kaynaklanıyor bu,
çünkü ego-kimliğin nüfuz
alanının çok fazla içindeler.
Yani o sarsılıyor.
Egosuz olmanın ne anlama
geldiğiyle ilgili
çok iyi bir soru sordun bana
bu sabah.
Hayat anlamına geliyor,
hakiki hayat.
İsa'yı ya da Muhammed Peygamber'i,
veya Krishna'yı, ya da Buda'yı düşündüğümüzde,
anında ....
Bunları bilmeyen insanlar dahi,
onun, daha yüksek bir bilinç düzeyini,
sevgi ve huzurun
etkin iklim olduğu bir düzeyi
temsil ettiğini biliyorlar.
'Ben' dediğim zaman,
'Ben'den kastedilen,
esas mana, bilinçtir.
Halbuki, yeryüzünde 'Ben' dediğimizde
kastedilen, ender olarak bilinçtir.
Şahsiyet kastediliyor,
kişi kastediliyor,
"Ben bir erkeğim",
"Ben bir kadınım" kastediliyor.
Bu öyle bir daralma,
öyle bir sınırlama ki.
Fakat 'Ben'... Uyanmış olan kişi dahi,
şahsiyet hissine
atıfta bulunduğunun bilinciyle
'Ben' der.
Fakat bu 'Ben'in ardında,
kişinin değil, bilincin konuştuğuna dair
daha derin bir anlayışın, ruhani bir anlayışın
alanı içerisinde olurlar.
Bu tamamıyla bambaşka
bir titreşimdir.
Birisiyle birlikteyken,
o kişi konuştuğunda,
ferahlık hissederseniz;
bu 'Ben', bilinçten gelen 'Ben'dir,
bilinçtir o.
Biriyle konuşurken,
söylediğiniz şeye dikkat etmek
zorundaysanız,
bu 'Ben', kişi oluşla dopdoludur.
Kişi oluşla dopdolu bir dünya
çok bunaltıcı olur. Boğucu!
Dünyada sadece 3 milyon
insan olsaydı bile,
- eh bu ufak bir rakam herhalde -
onlarla karşılaştığınızda
biraz bunalırdınız.
Ama Öz'e uyanmış olan tek bir insan,
binlerce insan içinde parlar
ve aydınlatır,
değerini takdir edenlerin
bilinç düzeyini arttırır.
Çünkü içimizde bir şey,
daha yüce bir şeyin huzurunda olduğumuzu
anlar, orada olan budur.
İnsanlar, onlara söylenmeden dahi,
uyanmış olan birine karşı
farklı davranmaya başlarlar.
Ellerinde olmaz.
Bilincinde olmadan,
"Ah, bu kişi bir ...",
farklı davranırlar işte.
"Bu normal bir şey"miş gibi
davranarak başlarlar belki,
ama zamanla, o mevcudiyet
içeri sızar bir nevi
ve daha derinlerine işler
ve onları değiştirir.
Havaları değişmeye başlar,
daha müşfik, daha açık hissetmeye başlarlar,
senin için bir şeyler yapmak isterler,
bu da ruhaniyetle ilgili
hiçbir şey bilmeden olur.
Peygamber'in Hadislerinden
biri der ki,
Cenab-ı Hak dünyayı yarattığında,
tüm dünyaya, "Bana hizmet edenlere
hizmet et," diye buyurdu.
Hakikati arayanlara
hizmet et anlamında.
"Ve sana hizmet edenleri
yorgun ve bitap düşür."
Anlıyor musunuz?
Muhteşem bir şey bu!
"Bana hizmet edenlere hizmet et."
Tanrı'ya ve Hakikate hürmet edenlere
hizmet et, onları gözet anlamında.
"Sana hizmet edenleri yorgun kıl,"
dünyaya hizmet edenleri yorgun düşür.
Bu bir lanet mi?
Hayır, bir nimet aynı zamanda!
Çünkü kendi saçmalıklarından
yorulduğunda,
işte belki o zaman, en sonunda,
"Başka bir şey denemem lazım,"
diyecek yer olur.
"Sana hizmet edenleri
yorgun kıl," diyor,
çünkü onların hizmeti beyhudedir,
sadece maddeye hizmet eder, ruha değil.
Bu harikulade.
Kalbin içinde,
sadece insanoğlunun değil,
her canlı varlığın DNA'sında yazar ki,
Hakikate tapan birinin huzurunda,
içlerinde bir şey ona hürmet gösterecektir.
Ondan etkilenecektir.
Başlangıçta ondan kurtulmak bile
isteyebilir,
ama onun mevcudiyetinin, varoluş üzerinde
bir etkisi olduğunu inkâr edemez.
Herkesin içindeki Kutsal Ruh'un
ve Hakikat ruhunun kudreti işte budur.
Bu yer, bununla ışıldamalı, diyorum.
Öyle olmalı,
ben burada olduğum müddetçe.
Odak noktamız, egoyu
kesip atmak olmalı.
Ve sadece kesmek değil, egoyu kesip atmak değil,
ama Hakikat içinde yaşamak.
Çünkü eğer yaşamın, sadece egoyu kesmeye,
kesmeye, kesmeye çalışmaksa,
belki pürneşenin tadını
almıyorsundur bile,
egoyu kesmekle çok meşgulsündür.
Fakat ben, sana bu arada Hakikati de
gösterdiğimi söylüyorum.
Böylece, egoyu kesmeye çalışırken,
Hakikati bulursun,
baltanı yere bırakıp, Hakikatin
keyfine varırsın
ve bırakırsın egoyu Hakikat kessin.
Harika değil mi bu?
Bırak egoyu Hakikat kessin.
Neden ellerin kesmek zorunda egoyu?
[Arkadaş] İşte Davet bunu yapıyor.
[Mooji] Davet bunu yapıyor!
Davet, bütün kirli işten,
pislikten falan arındırıp,
seni Tanrı'nın kucağına getiriyor.
[kahkahalar]
Buna dair kalbim çok mutlu,
çünkü bazen bazı canların ...
Biri buraya gelip, "Çok susadım.
Bir bardak su alabilir miyim?" dese,
ona bir bardak su verirsin.
Biri düşse, "Hadi, kalkalım," dersin.
Sırtın ağrısa bile kalkmalarına
yardım edersin,
"Nasıl hissediyorsun? Daha iyi misin? Otur."
Yardım edersin. Öyle değil mi?
Biri açsa, "Kardeşim, lütfen ..."
Yiyecek bir şey verirsin.
Elinden geldiğince yardım edersin.
Hastalarsa, ne yapacaksın?
Onlara yardım edebilmek için,
bir şey olmalı içinde.
Duayla belki, ya da insanları kutsamayı
öğrenmeye başlarsın,
bu işe yaramasa bile, kutsamaya
devam edersin.
"Niyetim onların hayatını kutsamak,
hayatları benimkine benzesin diye değil."
Engelleri kaldırmak, yaşamlarının
doğallığını kirleten,
bozan her ne ise onu yok etmek için,
onu Rab'bin gücüyle defetmek için
ne gerekiyorsa
onunla hayatlarını kutsa.
Kutsa onları!
Bununla da,
insanlar Hakikati arıyorlar,
bulamıyorlar: "Bu çok zor."
Daveti okuyun, diyorum.
Dinleyin. Sadece dinleyin onu.
Sadece dinleyin.
Ve büyük bir yardım bu onlara.
Diyorlar ki, "Aman Tanrım,
bunlardan kurtulmak için
jimnastik yapmaya hazırlanıyordum
ve sen işimi çok kolaylaştırdın."
Bazı şeyler çok kolaylaşır.
"Zihnimden geçmem gerekmedi,
kendimin karanlığına inmem
gerekmedi.
Kendimin aydınlığına geldim."
Bu harika bir şey değil mi?
Neden herkes kan, ter, gözyaşı içinde
ızdırap çekmeli ki?
Yapamazlar da zaten,
çünkü insanoğlu gitgide güçten düşüyor.
Her şey makineler tarafından
yapılsın istiyorlar.
Kendi üzerimizde yaptığımız çalışma bile ...
Evet, egonu inşa etmek içinse eğer,
yaparsın!
Egonu inşa etmek için tonlarca
ağırlık kaldırırsın.
Ama değişmeye, kalbini
ızdırap çekilen bir yerden
huzurun mekânına dönüştürmeye
gelince:
" O havaya giremiyorum!" Zira bunun
dışsal bir göstergesi olmadığını hissediyorlar.
İşte, belki de bu sebeple
Rahmet, Daveti getirdi şimdi:
"Fakat sen de içeri gelmelisin.
Mutlu olduğunu sanıyorsun ama
gerçek mutluluk bu değil," demek için
ve onları ikna etmeye çalışmak için.
Bu yüzden ....
Bana göre, Davet en kolay şey,
birinin elinden tutup seni kapıdan
geçirmesi gibi: "Haydi gidelim."
"İsa'yla buluşmak istiyorum."
Benimle gel, tam burada göstereceğim onu sana.
Bir dakika.
Hadi öbür taraftan yürüyelim.
"Kudüs'e ve Calvary'e gidecektim ben."
Hayır, hayır. O tam burada. Gel.
Seni kapıdan geçireyim. Böyle değil mi?
[kahkahalar]
[Arkadaş] Teşekkürler Mooji.
[müzik]
Telif hakkı © 2018 Mooji Medya Lt.
Bütün Hakları Saklıdır.
Mooji Media Ltd.in açık onayı olmadan
bu kaydın hiçbir bölümü çoğaltılamaz.