İşte yine parasal sistemin bir duruma dönüştürdüğü bir fikir.
Şu anda pek çoğunuz, önünüzdeki monitörün size ait olduğunu düşünüyorsunuz.
İçinde bulunduğun oda, dairene ait.
Garajdaki araba da senin.
Üzülerek söylüyorum ki, bunların sana ait olduğunu
gösteren tek şey bir grup belge.
Bu belgelerin ne olduğunu hatırla.
Sadece kağıt.
İnsanın hayal gücü bu konuda fazla mesai yapıyor.
Çünkü bunu böyle düşünen sadece bu tür objelere kağıt üzerinde 'sahip' olan insanlar değil,
diğerleri de bunu kabul ediyor.
Bir araba aldığında,
komşun da hayal gücünü kullanarak arabanın sana sahip olduğunu kabul ediyor.
Sen de aynı sebeplerden ötürü bu şeyin sana ait olduğunu düşünüyorsun.
Bu, sadece hayal gücüne dayanan çok riskli bir iddia.
Bir şeye asla sahip olamazsın. Unutma.
Bu sahip olma meselesi çığrından çıktı, ve pek çok kişi
kullanmadığı veya nadiren kullandığı pek çok şeyi
yuvasında saklıyor.
Sadece dekorasyon amaçlı şeyleri,
veya insanların aldığı gereksiz şeyleri düşünme.
Mülkiyet hissi seni kendi mahkumun haline getiriyor.
Çünkü bir veya birden fazla eve sahipsin.
Bu yerlere dönmek zorunda olduğun için, buralarda bulunan ve sana ait
olduğunu düşündüğün objelere de bakmak durumunda olduğunu düşünüyorsun.
Çoğu zaman, insanları eşyalar yönetir. İnsanlar, hayatlarını eşyalar etrafında kurarlar.
Buradan daha erken çıkardım, ama bana yanlış soyunma odasını verdiler,
ben de kendi eşyalarımı nereye koyacağımı bulamadım.
Kim olduğunu bilmiyorum ama eşyalarımı koyacak bir yere ihtiyacım var.
Arkada yaptığım şey bu, eşyalarımı koyabileceğim bir yer bulmak.
Bunun ne kadar önemli olduğunu biliyorsun. Hayatın tek amacı bu, öyle değil mi?
Sana ait şeyleri koyacak bir yer bulmak.
Evin bundan ibaret. Evin, sadece eşyalarını koyduğun bir yer.
O kadar çok eşyan olmasaydı, lanet bir eve de ihtiyacın olmazdı.
Devamlı etrafta yürüyor olurdun.
Evin bundan ibaret. Üzeri kapalı bir eşya yığını.
Bir uçağa binip aşağıya baktığında
herkesin bir eşya yığını olduğunu görürsün.
Herkesin kendine ait bir eşya yığını var.
Eşya yığınını geride bırakınca üzerine kilit vurman gerekir.
Birinin gelip eşyalarını almasını istemezsin.
Geldiklerinde de hep iyi eşyaları alıyorlar.
Sakladığın o şeyleri de fazla düşünme.
Kimse senin 4. sınıftan kalma matematik defterini istemiyor.
İyi eşyaları istiyorlar.
Senin evin bundan ibaret. Eşyalarını tuttuğun bir yer.
Çıkınca da daha fazla eşya alıyorsun.
Arada sırada hareket etmen gerekiyor. Daha büyük bir eve ihtiyacın var.
Neden mi? Çünkü çok fazla eşyan var.
Tüm eşyalarını taşıman gerekiyor.
Belki eşyalarının bir kısmına depoda saklıyorsun.
Düşünebiliyor musun? Sadece eşyalarına bakmakla meşgul olan koskoca bir meslek var.
Neyse, senin eşyalarını bir kenara bırakalım. Başka insanların eşyalarından bahsedelim.
Başka birinin evine gittiğinde tam evde gibi
hissetmediğini fark ettin mi?
Neden, biliyor musun? Orada senin eşyaların için yer yok.
Bütün ev, bir başkasının eşyalarıyla dolu.
Ne kadar da kötü bu evdeki eşyalar?
Nereden almışlar böyle şeyleri?
Habersiz gidip birinin evinde kalacak olsan,
sana pek kullanmadıkları küçük bir oda verirler.
Bu odada 11 yıl önce biri ölmüş.
Eşyalarını da olduğu gibi bırakmışlar.
Ya da senin yatırdıkları herhangi bir yer. Genellikle tam burada, bir yatakta yatarsın.
Bir komodin vardır ve komodinde senin eşyalarını koyman için hiç yer yoktur.
Komodinin üzerindeki şeyler bir başkasına aittir.
Farkettin mi, onların sahip olduğu eşyalar b*ktan, senin eşyaların da eşya gibi eşya?
Bazen tatile gidersin. Giderken eşyalarını götürmen gerekir.
Her şeyini götüremezsin.
Sadece sevdiğin şeyleri yanına alısın.
O ay üzerinde iyi duran şeyleri alırsın.
Diyelim Honolulu'ya gidiyorsun.Ta Honolulu'ya kadar gitmen gerekiyor.
Yanında da iki koca çanta eşya getiriyorsun.
Bir de el bagajın var. Ha, bir de cebindekileri unutmayalım.
Ta Honolulu'ya kadar gidiyorsun. Otel odana girer girmez yaptığın ilk şey
eşyalarını kaldırmak. Otel odasına girdiğimizde ilk olarak hep bunu yaparız.
Eşyalarımızı kaldırırız.
Hah! Eşyalarımızla doldurabileceğimizden daha fazla yer var bu odada!
Daha fazla eşya alacağız.
Eşyanı kaldırıyorsun ve evden binlerce mil uzakta olduğunu farkediyorsun.
Ondan sonra o kadar rahat hissetmiyorsun ama özellikle rahatsız edici bir durum olmadığını da biliyorsun.
Çünkü eşyalarının bir kısmı yanında.
Bundan ötürü Honolulu'da rahat hissediyorsun.
Ondan sonra, Maui'deki arkadaşın seni arıyor ve
'Hey, bu haftasonu neden Maui'ye gelmiyorsun?
Burada bir iki gece kalırsın.' diyor.
Aman, deme ya!
Şimdi hangi eşyalarını taşıyacaksın?
Evet, şimdi daha bile az eşyayla yolculuğa çıkman gerekiyor.
Maui'de bir haftasonu geçirmeye yetecek kadar eşya.
Gidiyorsun. Şimdi iyice yayıldın.
Eşyalarını dünyanın dört bir yanına saçtın.
Evde eşyaların duruyor, depoda eşyaların duruyor, Honolulu'da eşyaların duruyor,
şimdi de Maui'de eşyaların var, ceplerin de eşya dolu.
Üretim bantları git gide uzuyor ve sürdürülemez bir hale geliyor.
Mülkiyet hissi, parasal sistem için normal, çünkü sistem, doğası gereği tüketim üzerine kurulu.
Buradaki halüsinasyonu görenler de dünyanın belli kısımlarının
kendilerine ait olduğunu düşünenler.
Ülkeler, şehirler, bahçeler, tarlalar, özel kumsallar, çiftlikler
hep özel mülk olarak görülüyor. Birilerine ait şeyler.
Ve aynı sistem üzerinde eski bir dil yazılı bir takım kağıtlar veriyor.
Bunlar, hayal gücüne dayalı ve mülkiyetin tek kanıtı.
Mülkiyet hissi, senin belli tür eşyaları önemsemeni sağlıyor.
Başkaları senden bu eşyaları alında, ihtilaf ortaya çıkıyor.
Çünkü parasal sistem, tüketime dayanıyor.
Bu eşyaları sana bedavaya vermiyor ama
kendisi de hiç bir zaman bu eşyalara sahip olmadı.
Mülkiyet hissinden ötürü pek çok insan, ihtiyaç duymadığı eşyalara sahip.
Başkalarına faydası olabilecek eşyalar veya kendilerinin çok fazla kullanmadığı eşyalar.
Ancak parasal sistemde, bir taraf diğerine itaat etmeden
değiş tokuş mümkün değil.
Mülkiyet hissi, tüketim arzusundan kaynaklanıyor.
Parasal sistem bunu devam ettiriyor.
Sosyal statü de hayal ürünü, ve direkt olarak mülkiyet hissinden kaynaklanıyor.
İnsanlar, belli eşyaları satın aldıklarında sanal bir merdivenden çıktıklarını düşünüyorlar.
Üniversite'de bir dersi geçtiklerinde veya işe girdiklerinde de aynı şekilde hissediyorlar.
Bunların hepsi, sadece bir biriyle rekabet eden tüketiciler üreten bir sistemin fantazisi.
Unutma, beş tane araban, evlerin, pahalı saatlerin,
altının, paran. Doktor, avukat, öğretmen, tamirci, satıcı olman.
Bunların hepsi sadece hayal ürünü.
Bunların hepsi, insanın uzantısı.
Teknoloji veya bilgi gibi.
Teknolojiyi eşyalarda, bilgiyi de eğitimde görebilirsin.
Sen, belli teknolojilere erişimi olan bir insansın.
Ev, araba, televizyon, bilgisayar ve bir miktra bilgi.
Lise, üniversite, deneyim, kitaplar, öğretiler.
Sadece bunlar.
Bunların hiç biri seni bir başka insandan daha üstün kılmıyor,
özellikle sistemin adaletsiz olduğunu düşününce.
İnsanların eşit yaratıldığını duyduğumda bundan rahatsız oluyorum.
Sana söyledim, kimileri zayıf, kimileri şişman, kimilerinin gözleri daha iyi görüyor.
Eşitliğin ne anlama geldiğini bilmiyorum.
Ancak sanıyorum fırsat eşitliğinden bahsediyorlar. Ama böyle bir şey de yok.
Üniversiteye gidecek paran yoksa,
eşitlik kelimesinin bir anlamı kalmıyor.
Bu ülkede duyduğum tek şey bir birimizden ne kadar farklı olduğumuz.
Bütün medya ve politikacılar sadece bundan bahsediyorlar.
Bizi birbirimizden ayıran şeyler. Bizi farklılaştıran şeyler.
Bir toplumun yönetici sınıfı hep böyle işler.
İnsanların geri kalanını bölmeye çalışırlar.
Alt ve orta sınıfları birbirlerine düşürürler,
bu sayede zenginler tüm parayı alıp kaçabilir.
Kulağa epey basit geliyor, ama iyi işliyor.
Anlıyor musun? Farklı herhangi bir şey. Hep bundan bahsedecekler.
Irk, din, etnik veya milli kimlik, meslek, gelir, eğitim
sosyal statü, cinsiyet...
Birbirimizle savaşmaya devam etmemizi sağlayacak herhangi bir şey.
Bu sayede onlar da devamlı bankaya gidecekler.
Anlıyor musun? Ben bu ülkedeki sosyo-ekonomik sınıfları şöyle tanımlıyorum:
Üst sınıf paranın hepsini alıyor ve hiç vergi vermiyor.
Orta sınıf tüm vergileri veriyor ve tüm işi yapıyor.
Fakirlerin yegane fonksiyonu da orta sınıfı korkutmak.
Sen en iyisi işine gitmeye devam et!
Parasal sistem, bu sosyal merdiven sayesinde bir yarış yarattı,
ancak, gariptir ki, bunun bedelinin ne olduğunu kimse sormuyor.
Bu kavga neden? Bu yarış neden?
Anneannem muhteşem bir kadındı.
Bana nasıl Monopoly oynayacağımı öğretti.
Oyunun kuralının daha fazlasını edinmek olduğunu anlıyordu.
Bir süre sonra elde edebildiği her şeyi alıp
oyun tahtasının sahibi oluyordu.
Bir süre sonra da elimde kalan son doları alıp
beni tamamen yenilmiş halde bırakırdı.
Ondan sonra da bana hep şunu tekrarlardı.
Gözümün içine bakın
'Sen de bir gün oyunu oynamayı öğreneceksin' derdi.
Bir yaz, neredeyse her gün komşumuzla Monopoly oynadım.
Gün boyu. Saatlerce Monopoly oynardık.
O yaz, oyunu oynamayı öğrendim.
Kazanmanın tek yolu kendini tamamen daha fazlasını edinmeye adamaktı.
Anladım ki para ve mülk skor tutmaya yarıyor.
Yaz sonunda, anneannemden daha da acımasız olmuştum.
Oyunu kazanmak için kuralları esnetmeye razıydım.
Sonbaharda tekrar anneannemle oynamaya başladık.
Elindeki her şeyi aldım, onu hem parasal hem de psikolojik olarak yenmiştim.
Onun son dolarını verip mağlup bir şekilde oyunu bırakmasını izledim.
Sonra, bana öğreteceği bir şey daha olduğunu söyledi.
Döndü dedi ki:
Şimdi bunların hepsi kutuya geri girecek.
Tüm evler, oteller,
demiryolları, elektrik işletmeleri... Tüm o mülk ve o kocaman para yığını.
Hepsi kutuya girecek.
Kutuya girmelerini istemiyordum.
Hayır, dedi. Bunların hiç biri sana ait değildi.
Biraz celallendin.
Ancak bu kutu, sen oyuna oturmadan çok uzun süre önce buradaydı.
Ve senden sonra da burada olacak. Oyuncular gelir ve gider.
Ve her şey kutuya geri döner.
Evler ve arabalar...
Ünvanlar, portföyler ve giysiler...
Bedenin bile...
Gerçek şu ki, tutunduğum, tükettiğim, yığdığım şeylerin hepsi
bir kutuya girecek ve hepsini kaybedeceğim.
Bu yatırımın pek getirisi yok.
Kendine sorman gerek:
En üst terfiyi aldığında...
En büyük siparişi verdiğinde...
En iyi evi aldığında...
Kendini mali olarak güvene aldığında ve başarı merdivenini
en üst basamağa kadar tırmandığında...
ve heyecanın sona erdiğinde...
buna şüphe yok, heyecan sona erecek.
Sonra ne olacak?
Nereye gittiğini görmeden önce bu yolda
daha ne kadar daha yürüyeceksin?
Asla yeterli olmayacağını anladığından eminim.
Dolayısıyla kendine sorman gerekiyor?
Önemli olan nedir?
[ Alternatif Çözümler ]
[ 1) Mal ve hizmet bolluğu / 2) Eğitim ]
Bu sosyal yarışı sona erdirmek için insanlar arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırman gerekir.
Bunu başarmak için mal ve hizmetlerin bollaştırman gerekiyor.
Bu sayede, kimse kullanmadığı mal ve hizmetlere sahip olmaz.
Mal ve hizmetler bolca bulunuyor olsaydı,
paraya bile ihtiyacımız olmazdı.
Gereği kalmazdı.
İşler de azalırdı.
Eğitim yoluyla insanları rekabetçi ve kibirli yanları ortadan kalkardı.
İnsanların hayal güçlerini kullanarak kendi kendilerini mahkum
etmelerini izlemek gerçekten komik.
Dünyayla ilgili gözlemlerini yaptıktan sonra insanların
fotokopi makinesi gibi işlediğini görmek garip.
Gözlemlerini tekrar etmeye çalışıyorlar ve değişime karşı direniyorlar.
Eğer kendini yarattığın teknoloji ve bilgiyi kullanarak
hapsediyorsan, zeki bir yaşam formu olamazsın.