Herkese merhaba. Vispera olarak hızlı tüketim ve perakende sektörlerinde yaşanan değişimi ele almak amacıyla hazırladığımız Re:retail programımızda bugünkü konuğumuz SAP Genel Müdürü Uğur Candan. Uğur hoş geldin. Gökhan çok teşekkür ediyorum, sağ olasın böyle bir fırsat verdiğin için. SAP benim de profesyonel kariyerimde iyi arkadaşlar kazandığım, çalışması keyifli bir dönemdi; beraber çalıştığımız dönemde hızlı tüketim, perakende olmasa da başarılı projelere farklı konularda imza attık. 2001 yılında SAP Türkiye'de kurulduğundan beri ekibin içinde farklı rollerde yer aldın. Ve farklı müşteri deneyimlerine tanıklık ettin. Sohbetimiz içerisinde bu konudaki görüşlerini dinlemeyi heyecanla bekliyoruz. Ancak sohbetimize geçmeden, bu konudaki, asıl konuya gelmeden önce biraz içinde bulunduğumuz dönemle ilgili de bir soru yönlendirmek istiyorum. Dijital dönüş uzunca bir süredir kurumların gündemindeydi. Şimdi şirketler COVID nedeniyle hızlandırılmış bir dönüşüm sürecinden geçiyorlar. Dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinden biri olarak SAP, 180'den fazla ülkede, 440 bin müşteri ile şirketlerin gerçekten dijital dönüşümlerine çok büyük bir katkı sağlıyor, önemli bir yerde bulunuyor. Gözlemlediğin kadarıyla şirketlerin hızlandırılmış dijital dönüşümünde başarılı olmalarını sağlayacak üç etkeni bizimle paylaşabilir misin? Çok teşekkür ediyorum Gökhan. Buradan tüm dinleyenlere de selamlarımızı iletelim. İçinde çalıştığım kurumun gönlümdeki yeri bambaşka. Hocamıza da çok selamımızı iletelim buradan, Aytül Hanım'a. Şimdi şöyle söyleyeyim, bu çok sorusunu aldığımız bir konu. Benim açımdan da çok sıcak takip ettiğim bir yapı. Çünkü bizim 180 ülkede faaliyetimiz var. Bunun ilk çıktığı Çin’den ya da Uzak Doğu diyelim, bu tarafa doğru konuyu izleme, etkilerini ölçme şansımız oldu bir nevi. Onun için sıcak sıcak biraz istatistik de verebilirim. - Çok iyi olur. - Onu da vereceğim. İlk önce bir; tüm IT şirketlerinde olduğu gibi bütün müşterilerimizin de içinde olduğu projeler “remote”a döndü. İki; istatistikliği, yine bu kadar istatistik biliminde uzman arkadaşların çalıştığı bir kurumda çalışıyorum. Şöyle söyleyeyim, 4 büyük projesi varken şirketin aynı dönemde 5 büyük projesi oldu. %24 büyük proje kazanımında artış oldu. Şimdi bunun nedenini anlayabilmek, tabii çok kolay değil. Ama şunu çok kolay tespit edebiliyoruz: Yeni başlayan projelerin tamamındaki ana unsur uzunca zamandır, "ya nasıl yapayım nasıl edeyim" denilen işlerin hazır etkileri de, dışarıdan etkileşimde düştüğü dönemde başlamak kolaylaştı. Birtakım kurumlar vardır ya; evinizde bir yeri düzelteceksinizdir, bir süre zaman bulamazsınız konuya eğilmek için, biraz iş güçten kopunca oralarla uğraşırsınız. Onun gibi kurumların içinde de durum aynısı oldu. Mesela ben hep şunu söylüyorum, üretim planlamadan sorumlu arkadaşlar varsa bizi dinleyen, onlar bilirler, üretimin sektiği yerde hemen tezgahlar bakıma alınır mesela. Hiçbir şey yoksa tezgah temizliği yaparsınız, yağlamaya girersiniz. "Bu vardiya ne yapalım abi?" derler mesela, "hatları bir temizleyelim" dersiniz. Hiçbir iş yaptırmazsan temizlik ve bakım yaptırırsın. Bu da onun gibi, böyle önemli olan konuları hızlıca yapma şansı bulduk. Bir grup müşterimiz böyleyken bir grup müşterimizde de yeni iş fırsatlarını yakalayabilmek için yeni şeyler yaptık. İlk akla gelen; daha demin de mesela basın mensuplarıyla bir toplantıdaydım, orada da ilk genellikle ortaya koyulan elektronik satış senaryolarıdır. "Ben online mağazamda, normal mağazam kapandı, online mağazamdan satayım." İşte bunlar son derece arttı. Ama bunlar madalyonun, buzdağının üstte kalan kısmı. Esasen altta görünmeyen kısmını biraz açmak isterim. Size de çok önemli ipuçları vereceğini düşünüyorum. Birincisi, SAP olarak biz pazara şunu dedik, demeye de devam ediyoruz. Bu arada benim şahsen de inandığım ve altını çizdiğim bir konu. İçinde bulunduğumuz durumun bir çözüm kitabı yok. Bir Readbook’u, bir doktrini yok şöyle çözülür diyen. Dolayısıyla kim kazanacak? Çok basit, satıcısına yani müşterisine, iş ortağına ve çalışanına "Ne yapabilirim?" diye soran. Türkiye'de de dünyada da en iyi örneklere bakıyorum. Biraz böyle sayfayı çevir altına kazı konuyu, adam ya iş ortağına dönmüş sormuş sana ne lazım diye, ya müşterisine sormuş. Mesela bizim kendi ofislerimizden örnek vereyeyim, aynı şeyi sende de vardır, sana da gelecektir ya da gelmiştir Gökhan Bey. Nedir o? Çalışanlarımız ne diyor mesela “Ya kapalı gıda verin bize. Ben gidip de alttaki restorandan ya da işte yemekhaneden yemek istemiyorum, kapalı ufacık bir paket sandviç bile versen ben onunla günümü geçireceğim." demeye herkes mesela şu anda razı. - Değil mi? - Evet. Amerika'da bir tane şirket çıkıyor diyor ki "Ya ben bütün şirketlere otomasyon vereceğim, paketli gıda için." Fotoğrafını gönderdiler bizim Amerika'daki ofisten. Hem de reklamları görsen diyor ki çevre sağlığı, işte "sustainable", adam şöyle yapmış; bir tane tahtadan raf çakmış, üzerinde logosu var, ürünleri oraya koymuş, yanına da kumbara koymuş. Elektrik tüketmiyor ve insan diyor ki "Ben sana güveniyorum kardeşim." Sen ofis de açsan gelip buradan atıyorum, bir paketli gıda alıyorsan, bu gıdaların hepsi de yeşil gıdalar, çevre sağlığı, iş güvenliğine uygun, en üst markaların en çevreci ve sertifikalı ürünlerini koymuş adam. Onu da söylüyor zaten, "Ben bu kritere göre seçiyorum buradaki ürünü," diye. Millet çünkü "Bisküvi koysana, niye kola koymuyorsun?" diyor, adam diyor ki "Koymam ben," böyle psikopat bir firma, ismi şimdi lazım değil. Ama güzellik ne? Milyar dolarlık iş pazarı. Bu adam bunu nasıl buldu? Dönüp ATM, otomat hizmeti verdiği kurumlara size ne lazım demiş, ortaya çıkmış. Ama ne oluyor, çalışan mesela "replenishment" için gün içinde girmiyor. Adam personelini oraya gönderiyor, oradaki kutu bile olsa tahta kutu, ahşap kutu bile olsa kasayı boşaltmak için, akşam saati, gece yarısı birde gidiyor mesela. Hiç kimse görmüyor, o kutu her zaman dolu ve kimse görmüyor. Şimdi, bu ve bunun gibi yapılarda iş fırsatlarını, SAP olarak biliyorsun, bu 3 şeye sor, bunu sormak için, bu arada çözümleri de ücretsiz verdik, Qualtrics dediğimiz yazılımı. Bu ürün grubunda mesela 1 satıyorduk, 2 satıyoruz şimdi. Tam iki misli talep. Buluttan bunun talebi arttı, çünkü herkes birbirine soru sorup etkileşmek istiyor. Geçen gün yine söylediler, en büyük zorluk ne biliyor musun? Ben Gökhan Arıksoy’u tanıyorsam açıp “Gökhan sen bu işi bilirsin, bu iş nasıl olur?” diyorum. Ama ya bilmiyorsan kurum içini? Eskiden en basitinden ne yapıyorduk biz; ofiste bağırıyorduk, "Yardıma düştüm arkadaş, bana kim yardım eder?" diye soruyorduk. Hadi şimdi sorsana, yok işte "blog olarak yazarım". Nereye blog olarak yazıyorsun, kim okuyacak o yazını? Dolayısıyla insanların o yetkinlik, entelektüel sermayelerinin ne olduğu, o yetkinliğin ne olduğunu kim bilir sorusu, apayrı bir soru oldu. Dolayısıyla bir, reaksiyon, iki, insan kaynaklarındaki güç. Açın dergileri bundan sonra CEO’lar röportaj verirken, kalıbımı basıyorum şunu klişe olarak duyacaksınız: “Biz artık tecrübeye bakarak personel istihdamını kaldırmak istiyoruz.” Niye? Çünkü adam gördü, en tecrübeli personeli bile bir çözüm bulamayacağı bir problemle karşı karşıya. Kim çözüm buluyor? Kıvrak zekası fazla olan, sanatla ilgilenen, spor yapan, dünya görüşü açık, zihni sinir proje üretebilen. Bunu ölçmüyorduk ki biz. "Sen ne yaparsın, bunu yaparım, ha iyi yapar mısın, yaparım, kaç senedir, on beş senedir, gel." O da bitti. Dolayısıyla insan kaynakları çok talep görüyor. Efendime söyleyeyim, bu yaratıcı çözümleri algılayan, biz deneyim ekonomisi diyoruz, deneyim ekonomisi çözümlerimiz inanılmaz talep görüyor, artık satış, servis, pazarlama fonksiyonlarını saymıyorum. O yoksa zaten malı satamadı millet. O zaten olmazsa olmaz. Ama önemli olan ne? "Geleyim, seni dinleyeyim, bir proje yapayım," dönemi bitti. Bunlar da bitti. Şu ortamda, biz ikimiziz şu anda, kaç kişi dinleyecek, seyredecek bilmiyorum ama etkileşemiyoruz ya o yüzden. Cem Yılmaz espri yapıyor ya “Yapılmışı var.” "Yapılmışını getir ve hızlı devreye alayım, her şeyi yapmasın ama bir şeyleri, hızlı değer üretmeye başlasın," inanılmaz talep görmeye başladı. Toparlayacak olursam hızlandırılmış çözümlerle doğru soruyu sorarak doğru cevapları alanlar kazanmaya başladı. Bunu da çok net gördüğümüzü, yaşadığımızı, sadece Türkiye’de değil, Uzak Doğu’daki bizden faz farkı ile ben diyeyim bir ay, sen de 3 hafta önde olduklarını düşünürsen, baktığın zaman aynı istatistikler böyle yavaş yavaş işte İtalya'ya geldi. Şimdi, mesela Türkiye'ye birkaç hafta sonra gelmesini açıkçası ben de bekliyorum. Kesinlikle öyle, biz de Brezilya'dan Hindistan'a farklı coğrafyada müşterilerle çalışıyoruz. Hepsinde belli bir faz farkı ile aynı şeyler yaşandı. Dolayısıyla gözlemlediğimiz ülkeler farklı bile olsa, insanların reaksiyonları birbirlerine benziyor. Dolayısıyla müşterileri, çalışanları, pazarı iyi okuyabilmek, doğru çözümler geliştirebilmek için önemli oluyor. COVID-19 süreci ile hayatımıza "yeni normal" girdi. Tabi Türkiye'deki "yeni normal" eski normale ne kadar yakın, hani gerçekten "yeni normal" mi orası konuşulabilir bir konu. Ama "yeni normal" öyle ya da böyle gerçekten hayatımızda var. Bu dönemde hızlı tüketim ve perakende alanında SAP müşterilerinin iş süreçlerini destekleyecek 3 teknolojiyi "yeni normal" kavramı altında özetleyebilir misin? Süper. Ben sizin açınızdan önemi olduğunu düşündüğümden başlayayım. Şimdi, problem değişince cevap bulmanın cevap anahtarı da değişiyor, metotları da değişiyor, her şeyi değişiyor. Güzel, şimdi, perakendeden bir örnek verelim. Meşhur perakendeci işini yönetiyor. Bir tane, adamın tabiri caizse böyle rapor bile değil görselledikleri formatları var. O da genellikle belli seviyeye "online" bile çıkmıyor. Demin gösterdiğim gibi "print-out"ta çıkıyor. En iyi ihtimalle yönetim kurulu demeyelim ama yöneticilerin olduğu yerde PowerPoint’lerde tartışılıyor. Şimdi, haydi gel bu ortamda veriyi analiz ederek, orada iş problemlerini çözerek bunu söyle. Dolayısıyla problemin olduğu yerle bunun raporlandığı yer arasındaki tüm duvarların yıkılması lazım. SAP dünyası olarak da yine, SAP’yi benim kadar sen de tanıyan bir arkadaşımızsın, dolayısıyla "O veri ambarı ne, analitik çözüm ne?" öğrenen, algoritma ile hisseden veri akışında gerçek zamanlı akan veriden analiz yapan araç gereçler de, bunların talebi uzaya doğru fırladı ve güzel olan nokta ne? Nerede size bağlanıyor? Sizin varoluş sebebinizi SAP size şöyle söylüyor; diyor ki "Dünyada gerçekte olan bir olayla sistemin arasındaki boşlukları kapatmamız lazım." "IOT, IOT." Kardeşim, IOT onun bir tane köprüsü. Ama o köprüyü kurmakla iş başlıyor, bitmiyor. Ondan sonra anlamlandırmak, görsel olarak onu süzebilmek, o görsellik içindeki ilişkiyi “transaction” olarak “book” edebilmek, “transaction” olarak “book” ettiğin ilişkiyi de “transaction” olarak “book” etmediğin başka ilişkileri, "Evet 3 tane sattım ama bunlarla yan yana dururken 3 satıyorum, bunlarla yan yana dururken 5 satıyorum"un sen “transaction” sistemde izini, olay olduktan sonra bulabilirsin. Biz raftaki ürünün stokta olup rafta olmadığını nasıl anlıyoruz? Koltuk stokunda var ya da mağazada var, satmıyor. "Demek ki her yerde satarken rafa mı dizmemeliyim?" Olay olduktan sonra öğrenen algoritmayı koysan ne olur? Adamın öğreneceği şey bu olur, ancak "Üç saattir satmıyor der," en iyi ihtimalle. Dolayısıyla gerçek dünyadaki olanlarla gerçek dünyada oluş şeklinin evlenmesi lazım. Bunu evlendirmek için devasa bir çabaya insanlar girecek. Çünkü fiziksel stokla .com stokunu da evlendirmek devasa bir iş problemi haline dönüştü. İşin içinde %5’ken sorun yok, %10’ken idare edersin, %20'de "Allah canını alsın, tamam," dersin. %100 olunca ne yapacaksın? Haydi! Ya bazı insanların şu anda cirosunun %100’ü .com. O zaman demek ki... Şimdi mesela, direkt deminki senaryodan girelim; raftaki ürünü adamın online’dan satması gerekecek. Eskiden "Stokta var rafa koymadım, satmadım vah vah," şimdi konu ondan da çıkıyor. Her şey birbirine çok yaklaşıyor. Mesela ”click and collect” gibi yeni kavramlar var. Normal “brick and mortar” perakendeci aynı zamanda online ama kendi lokasyonunda teslim ettiği bazı iş modelleri kurguluyor. Ablam Amerika’da yaşıyor, bütün alışverişi, ömrü hayatındaki bütün alışverişi “click and collect”e dönüşmüş. Siparişini veriyor, arabayla gidiyor, "Bilmem ne hanımefendi hoş geldiniz," arabaya langırt koy. Şimdi düşünebiliyor musun bunun etkisini? Dolayısıyla bunlar inanılmaz yürüdü, yürüyecektir de. Birincisi bu. İkincisi de karlılık. İlk etapta kutuyu açtığın zaman bir karlılık analizinin yaptığı işle direkt ilgisi yokmuş gibi görünse bile bilmenizi isterim ki, o deminki raf senaryosundan ben devam ediyorum, daha tonla senaryonuz var biliyorum ama oradan başladık oradan devam edelim, o raf senaryosundaki her milimetre karenin ayrı bir karlılık “impact”i var ve karlılık yaklaşımı değişti. Çünkü o rafları biz diziyorduk. Daha basit anlatalım; o rafları biz diziyorduk, bir doktrini vardı, normal yaşantı doktrini vardı. Şimdi yok ki. Acaba yeni Uğur Candan, düne kadar gitmiyordum da 15-20 gündür 2-3 haftadır örneğin Migros’a gidiyoruz değil mi biz? Migros’taki deneyimim; aynı kafayla mı giriyorum? Ben size söyleyeyim; aynı kafayla girmiyorum. Kendim söyleyeyim; aynı kafayla girmiyorum. Size İspanya’nın en büyüğünden örnek vereyim; İspanya’nın en büyük perakendesi aradı, SAP, dedi ki: "Rafta bulunan ürünlerin sayısını..." Önüne koyuyor adam 5 paketlik yeri var mesela. "Bunu yarı yarıya kısmam lazım, 5’ken 3’e ya da 2’ye düşürmem lazım." Dedik ki "Neyin peşindesin? Tamam indirelim, indirelim de her şeyin de artık bir sınırı var." Bir süre sonra o reklamasyon gelirini de kısmaya başlıyorsun. Dedi ki, "Mağazada yer açmam lazım." Adamın iş problemini tarif edişine bak. Mağazada başka kategoriye yer açabilmesi için diğer kategorileri reklam alsa, reklamasyon yapsa, geliri olsa, onu oraya koyduğu için üretici ona para veriyor olsa bile "İstemiyorum," diyor adam. "Çünkü yepyeni bir kategori var, o kategoriyi oraya sıkıştırmam lazım, benim de gidip yandaki duvarı yıkıp yandaki mağazayı kiralayacak halim yok," yer açma projesi diye başladı. Projenin ana teması: "'Supply chain'i sıkıştıralım, gerçek zamanlı teknolojilerle planlamayı iyileştirelim ki mağazada metrekare açılsın." Haydi bakalım. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir iş problemi. Dolayısıyla özetleyecek olursam, bu gibi konuların sizin yolunuzu çok açacağını düşünüyorum. Hazır paketli bir şeyleri dünya pazarına anlatabilmek için ne ödev veriyorsan; Gökhan senin ekip, benim ekip otursunlar yalvarıyorum bir anlam çıkaralım, herkese anlatalım. Ama "Diğerleri nedir?" derseniz, tabii ki insan kaynakları. Çok talep görmeye başladı. Çünkü gerçekten, entelektüel sermayenin ne olduğunu roman olacak öykülerle anlatabilmem mümkün oluyor. Dolayısıyla kimse artık uzmanlığa, iş tecrübesine bakmadan iş yapacak. Bir diğer, üçüncü başlık da seçiyor olsam tedarik zinciri derdim. Zaten kırılan tedarik zincirini onarmak, önümüzdeki belki de bir senenin faaliyet alanı dünyada. Uğur, eskiden hatırladığım bir şey var, aslında bir ara soru olacak bu. SAP büyük dönüşüm projelerini tetiklerken genelde iki tane önemli başlığı oluyordu. Bir tanesi finans, “digital finance”, diğeri de “supply chain management”, “digital supplier network”. Bu hala böyle midir "yeni normal"de? Şimdi... Ya da başkaları var mı? Şimdi tedarik zinciri aldı yürüdü, çünkü gerçekten bozuldu. Örnek söyleyeyim, Türkiye’deki ve dünyadaki birçok şirketinin tedarik zincirini, birçoğunu ben gençliğimde yaptım. Bizim işte 3000 tane tedarikçimiz var, bunları biz 300’e indireceğiz sonra da 40-50’ye indireceğiz, “bulk buying”in gücü, daha da yakın çalışacağız, entegre olacağız. Şimdi bunu yapanlar ne oldu? O otuz tane tedarikçiden birinde COVID olduğu için dükkan kapandı. Şimdi onu yapmayan üç bin tedarikçiyle hala bir gerilla savaşı veren öne geçti. Gerilla savaşının coğrafyası Türkiye, dünya tedarik zincirinden pay çalacaktır. Alın size doktrin cümle. Buna inanarak söylüyorum, neden? “lot size”ımız küçük, çok esneğiz, Çin gibi büyük “lot size”larla iş vermesi gerekmeyen bir coğrafya. Ne olacak? Ne zaman olacak? Haberin varsa olacak. Kırılan, tedarik zincirinde damlayan bir şey mi var? "Benim bu çözümüm var," diye gidebilen üretici kazanacak, gidebilen perakendeci kazanacak. O çatlaklardan sızan suyu fark eden üretici kazanacak. Şu anda her şey aynıymış gibi dengelemeye çalışan bir oyun oynuyoruz bütün dünyada. Yeni oyun başlamadı. Bu yeni oyuna başlayabilmek için deminki soruna; evet finans, finansa da bir cümle söyleyeyim. Kırılan tedarik zinciri kesin bir oyun, çevre sağlığı ve iş güvenliği kesin bir oyun ve karlılık kesin bir oyun. Türkiye’nin en büyük üreticilerinden bir tanesi kolonya satıyor. Toplantıya gittim satış raporu geldi, yüzleri düştü bunların. "Niye, nasıl olabilir?" diyorum. Daha da COVID’in ilk günleri. Fabrika bir şey olursa COVID’den nasıl çıkarlar, nasıl dezenfekte ederler o bile belli değil. Garantiye gitmek için bütün vardiyaları pompalamışlar, sırf şubat ayı ürün üretiyorlar. Neredeyse çalışanları eve göndermeyecekler. Espri olsun diye söylüyorum ama full vardiya çalıştırıyorlar. Dedim "Nasıl sizin yüzünüz düşebilir?" "Ya sorma, Uğur," dediler. "Biz beş gündür, satış raporu geldi, İngiltere’de bir numaraymışız." - "Nasıl oluyor?" - "Beş gündür bir numarayız." Dedim "Neden yüzünüz düştü," "Malı yurt içine verdik," dediler. Şimdi bir; hissedersen kazanırsın. İki; o histen sonra esnek bir şekilde manevra edebilirsen kazanırsın. Üç, karlılık analizine dikkat ederek üretim yaparsan kazanırsın. Sadece satacağım diye değil. Belki o ürettiğinin yarısı kadar üretip ama o ürettiğinin tamamını o X pazarına veriyor olsaydı, ki o X pazarında bir numara olduğu en ufak perakendeci de bir mağazaya girin, oraya 10 kilometredir. Tüketici kozmetiği reyonuna girin bakalım, en küçük “Sainsbury”de ne kadarmış İngiltere’de reyonun büyüklüğü. Orada bir numara olmak imkansız. Dolayısıyla bunlar önemli, önem derecesi artan ama cevap aranan soruların tamamının değiştiği cepheler oldu bize. Bizim problemimiz ne biliyor musun Gökhan? Bu anlattığımız şeyi anlayan, çok hızlı idrak edebilecek müşterilerin, çok hızlı dertlerine deva olacak çözümleri "oynanmışı var" diye koyabilme sendromumuz. Bir süre sonra bizim şu konuştuğumuz şeyin herkes farkındalığını yaşayacak. Onlar yaşadı çünkü en çok patlayan üründe o ilk hafta yaşadı. Ürünü şu anda satmayan, duralayan, şimdi çıkmaya başlayanlar 2 ay faz farkıyla yaşayacak aynı şeyi. Tekrarlamış olayım, yeri gelmişken. Son bir sorum olacak. O da; 2021 yılının sonuna kadar, önümüzdeki bir buçuk yıllık dönemde aralarında yapay zeka, yapay görme, nesnelerin interneti, blok zinciri gibi yükselen teknolojilerin hızlı tüketim ve perakende alanına getireceği en önemli 3 uygulama ne olabilir? “Short term”de dağıtım, satış, servis. Bir tık “long term”de buna üretimi de eklerim. Ama lojistik söylediğim gibi kırıldı. Orada oyuncağımızı kırdılar, işin kötüsü elimizden de aldılar. Adam kırdı verdi, yapıştırıcıyla yapıştır kullan değil, yok yok, vallahi kırdılar, kırıp attı. Onun için yepyeni bir şey yapmak lazım. Zaten kim ki eski sistemini tamir etmeye çalışacak, bil ki oradan kaçacağız biz. Bizim onlarla işimiz yok, vallahi yok, oralara gitmeyelim biz. Kim yeniden tasarlamak istiyor, kim yeniden, sıfırdan "Bu problemler bir daha olduğu zaman bunları yaşamak istemiyorum," diyor. Bak kilit kelimeyi de söylüyorum. “Bir daha olduğu zaman ben böyle bir şeyle yüzleşmek istemiyorum.” Bir daha olacak, dinleyenler için söylüyorum. 185 ülkede ya da 180 ülkede faaliyetimiz var, görüyorum. Tekrar olacak. Ama ismine COVID-19 deriz, COVID-21 deriz, COVID-99 deriz, Cavit deriz ne deriz bilmiyorum onun ismine, ama bir şeyler olacak yine. Sanmayın, bu toplum topun sekip sekip durması gibi zeminde duracak. Duracak ama çok iyimser oluruz, bunu böyle bırakacağız cok diye zemine oturacak. Yok böyle bir dünya. Dolayısıyla kim "Bunu tekrar yaşamak istemiyorum," kilit kelimesiyle sana bana gelirse onu sırtımızda taşıyacağız, her derdine de çare bulmak için seferberlik ilan edeceğiz. Ve Türkiye pazarı içinde güzel olan nokta şu; gelişmiş pazarlar içindeyiz. Türkiye’de birçok IT şirketi "Siz gelişmektesiniz," der, bakarsınız mesela Afrika ile yan yana koyar, bakarsınız mesela Dubai ile yan yana koyar. Tırnak içinde "gelişmekte olan", yani "sen gelişmemişsin". Türkiye kiminle beraber? Avrupa ile beraber, Güney Avrupa’nın parçası. Niye? Çünkü bu pazarın olgunluğu, kimse kusura bakmasın, beni ancak İspanya ile, İtalya ile “range mark” edebilirler. Bazen onlar benim elimi büker, bazen ben onların elini bükerim. Hepimizin de birbirine saygısı sonsuzdur. Ve bunların içinde en küçük olan benim, yanlış anlamayın. İtalya benden 2,5x, İspanya benden 2x büyüktür baktığın zaman. Ona rağmen bu mühendislik kadroları, sizin sayenizde, ben bunu sadece kendim için söylemiyorum, sizin gibi, pırlanta gibi iş kadroları sayesinde dize getirmemizle olmuştur. Daha da güzellerini paraya dönecek şekliyle hazıra getirmemiz lazım, bu kadar. Tedarik zinciri açısından, üretim açısından Türkiye’de yerleşik şirketler için özellikle "yeni normal"de çok ciddi şeyler getirebilir, avantajlar getirebilir. Kesinlikle getireceğine inanıyorum. Ama bundan sonraki oyunun kuralı, milyar dolarlık, milyarlarca dolarlık soru: "Para nerede?" Çünkü para bir yerlere kaçtı. Şimdi bu saklambaç oyunu gibi bir şey oldu. Bir anda hop saklandı bir yere, şimdi herkes onu arıyor ya; esnek olan, çok çabalayan bulacak. Ve illa ki denklem değişecek. Burada avantajlarımızı öne koymamız lazım. Aynen öyle. Uğur, re:retail’e katılarak bizlere vakit ayırdığın için çok teşekkür ederiz, çok keyifli bir sohbet oldu. Usta sen sağ ol, böyle bir fırsat verdin, dinleyen herkese buradan, etkileşemedik bu seferlik. Bir dahakinde daha etkileşimli bir ortamı kurgularız hep beraber. İnşallah ilk fırsatta da yüz yüze, yan yana, fiziksel bir ortamda; onun keyfi hala başka, bir araya gelir, sohbetimize devam ederiz. Çok çok teşekkürler Uğur.