100 yıl önce ABD'de iki bin tür şeftali, yaklaşık iki bin çeşit erik ve neredeyse sekiz yüz çeşit elma yetişiyordu. Bugün çok az bir bölümü hâlâ yetişiyor, bunlar da tarımın makineleşmesi, hastalık ve iklim değişikliği tehdidi altında. Tehdit altında olan çeşitler arasında İspanyol misyonerler tarafından Amerika'ya getirilen ve yüzyıllarca yerlilerin yetiştirdiği kırmızı etli Blood Cling şeftali; kıtalar arası demir yolunda çalışmak için ABD'ye gelen Çinlilerin yanlarında getirdiği bir tür kayısı ve İtalyan, Fransız ve Almanlar tarafından getirilen Orta Doğu kökenli sayısız erik türü var. Bunların hiçbiri ülkemizde doğal olarak yetişmiyor. Aslında neredeyse tüm meyve ağaçlarımız buraya başka ülkelerden getirilmiş. Elma, şeftali ve vişne ağaçları da dahil. Bu yüzden bu meyveler sadece gıda değil, onlara kültürümüz de işlenmiş. Onları önemseyen, yetiştiren ve evlerini hatırlatması için yanlarında buraya getirecek kadar değer veren insanlar işlenmiş. Bu insanların diğer nesle aktarması ve paylaşması işlenmiş. Birçok yönden bu meyveler bizim hikâyemiz. Oluşturduğum Kırk Meyve Ağacı isimli sanat eseri sayesinde bu hikâyeyi öğrendiğim için şanslıyım. Kırk Meyve Ağacı, üzerinde kırk çeşit çekirdekli meyve yetişen tek bir ağaç. Yani şeftali, erik, kayısı, nektar ve kiraz; hepsi bir ağaçta yetişiyor. Yılın bir dönemine, bahar ve yaza kadar normal görünecek şekilde tasarlandı. Bahar gelince pembe ve beyaz renkte çiçekler açıyor ve yazın çeşit çeşit meyve veriyor. Bu projeyi sadece sanatsal nedenlerle başlattım. Alışılagelmiş gerçeği değiştirmek istedim. Dürüst olmak gerekirse insanların, ağacın çeşitli renklerde çiçek açtığını ve birçok çeşit meyve verdiğini gördükleri o şaşırtıcı anı da oluşturmak istedim. Kırk Meyve Ağacı'nı, aşıyla oluşturdum. Kışın, kesilen dalları toplayıp onları sakladım ve baharda ağaca aşıladım. Aslında neredeyse tüm meyve ağaçları aşılanmıştır çünkü meyve ağacının tohumu, ana tohumdan genetik olarak farklıdır. Hoşumuza giden bir çeşit bulduğumuzda bu ağaçtan bir dal kesip başka bir ağaca aşılayarak bu çeşidi çoğaltırız. Her bir Mekintoş elmasının nesiller boyu aşılanmış tek bir ağaçtan geldiğini düşünmek çılgınca olsa da bu, aynı zamanda meyve ağaçlarının tohum olarak korunamayacağını gösterir. Kendimi bildim bileli aşılamanın ne olduğunu biliyorum. Büyük büyükbabam, Güneydoğu Pensilvanya'da şeftali bahçeleri aşılayarak geçimini sağlıyordu. Onunla hiç tanışmamış olsam da ne zaman adı anılsa mucizevi veya gizemli bir aşılama yeteneği olduğunu söylenir. Kırk Meyve Ağacı için kırk sayısını seçtim çünkü Batı boyunca bu sayı, ölçülebilir veya sonsuz olarak görülmez ama saymakla da bitmez, bolluk ve çokluğu gösterir. New York'ta, yüzyıl önce meyve üretiminde lider olan bir yerde yaşamama rağmen projeye başladığımda kırk farklı çeşit meyve bulmakta zorlandım. Araştırma bahçeleri ve eski bostanlar kapatılırken kesilen dalları topladım ve kendi bahçemdeki ağaçlara aşıladım. Kırk Meyve Ağacı başta işte böyle görünüyordu ve altı yıl sonra bu hâle geldi. Kesinlikle ha deyince olan bir şey değil. (Gülüşmeler) Aşının tutup tutmadığını anlamak bir yıl, meyve verip vermeyeceğini anlamak iki ya da üç yıl sürüyor. Böyle bir ağaç yetiştirmekse sekiz yıla kadar sürebiliyor. Ağaca aşılanmış her çeşidin farklı bir şekli ve farklı bir rengi var. Fark ettim ki çiçeklenme dönemiyle ilgili bir zaman çizelgesi oluşturarak baharda ağacın alacağı görüntüye şekil verip onu tasarlayabilirim. Yaz mevsiminde böyle görünüyor, hazirandan eylüle kadar meyve yetişiyor. İlk olarak vişne, sonra kayısı, erik, nektar ve şeftali. Sanırım aralarından birini unuttum. Galeri mekânı dışında bir yerde bulunan bir sanat eseri olsa da sanat dünyası tarafından koruma altına alındı. Bu ağaçlardan farklı yerlerde oluşturmam istendi. Tarihte orada doğal olarak yetişmiş veya kökeni orası olan çeşitleri araştırıp onları yerel olarak tedarik ettim ve bir ağaca aşıladım böylece bulundukları bölgenin tarım tarihi olacaklar. Proje çevrim içinde de ilgi çekti, bu, hem korkunç hem de mahcup ediciydi. Korkunç kısım, Kırk Meyve Ağacı'nın resimlerinden oluşan dövmelerdi. (Gülüşmeler) "Vücutlarına neden bunu yapıyorlar?" diye düşündüm. (Gülüşmeler) Mahcup edici kısımsa papaz, haham ve rahiplerden aldığım onca istekti. Ağacı, dinî törenlerinde merkez olarak kullanmak istiyorlardı. Daha sonra internet fenomeni hâline geldi. Bu sorunun cevabı "Umarım değildir." [Evliliğiniz Kırk Meyve Ağacı gibi mi?] (Gülüşmeler) Her güzel internet fenomeni gibi bu da NPR'nin Weekend Edition röportajını beraberinde getirdi. Üniversitede görev yapan bir profesör olarak kariyerimin zirvesinde olduğumu düşündüm. Ama NPR'yi kimin dinlediğini bilemesiniz. NPR röportajından birkaç hafta sonra Savunma Bakanlığı'ndan bir e-posta aldım. Savunma İleri Araştırma Projeleri idaresi, beni, yenilik ve yaratıcılık hakkında konuşmaya davet etti. Konuşma, çabucak gıda güvenliğiyle ilgili bir görüşmeye dönüştü. Gördüğünüz gibi ulusal güvenliğimiz, gıda güvenliğimize bağlı. Her ekinden sadece birkaç tür yetiştirilen mono kültürler oluşturduğumuz için bu türlerden yalnızca birine bir şey olsa bile gıda teminimizde çok büyük etkiye sahip olabilir. Gıda güvenliğini sürdürmenin kilit noktası biyoçeşitliliğimizi korumak. Yüzyıl önce bu, bağı ya da arka bahçesinde birkaç ağacı olan ve diğer nesle aktarılan bitki çeşitleri yetiştiren herkes tarafından yapılıyordu. Bunlar, bir Kırk Meyve Ağacı'nda ağustosta sadece bir haftada yetişen erikler. Projeye başladıktan birkaç yıl sonra öğrendim ki meyve koleksiyonum, ABD'nin doğu kesiminde bulunan en büyük koleksiyonlardanmış, ki bu, sanatçı biri için kesinlikle korkunç. Ama birçok yönden, neye sahip olduğumu bilmiyordum. Elimdeki çeşitlerin büyük bölümünün yadigâr çeşitler olduğunu fark ettim. Yani 1945'ten daha önce de yetişiyorlardı, bu tarih, tarımın sanayileşmesinin doğuşu olarak görülür. Bu çeşitlerden bazıları binlerce yıl öncesine dayanıyor. Ne kadar nadir olduklarını gördükçe onları korumaya takıntılı hâle geldim ve araç olarak kullandığım şey, sanat hâline geldi. Eski bahçeler kapanmadan önce oraya gidip aşılanabilir ağaç gövdeleri veya çanaklar toplardım. Bitki koleksiyonu örnekleri oluşturmak için çiçek ve yaprakları birleştirmeye ve DNA sıralamaya başladım. Ama sonunda, bakır levha gravürleri ve tipo açıklamalarını kullanarak hikâyeyi korumaya koyuldum. George IV şeftalisinin hikâyesini anlatmak gerekirse bir şeftali ağacı, New York City'de iki binanın arasında yetişiyor. Yanından geçen biri meyvenin tadına bakıyor ve tadı o kadar hoşuna gidiyor ki 19. yüzyılın büyük ticari çeşitliliği hâline geliyor. Daha sonra ortadan kayboluyor çünkü nakliyesi kolay olmuyor ve modern tarıma uymuyor. Fark ettim ki hikâye olduğu için bunun anlatılması gerek ve anlatım, bu çeşitliliği koklama, tatma ve ona dokunma deneyimlerini de içermeli. Bu yüzden bu meyveleri halka sunabileceğim bir bahçe oluşturmaya koyuldum. Hedefim, bulabileceğim en yoğun nüfuslu bölgede bahçeyi kurmaktı. Doğal olarak New York City'de bir arazi aramaya başladım. Geriye dönüp baktığımda bu, oldukça iddialı görünüyor ve kimsenin telefon ve e-postalarıma cevap vermeme nedeni de muhtemelen bu. Ta ki dört yıl sonra Governors Island'dan dönüt alana kadar. Bu ada eskiden askerî üsmüş ve 2000 yılında New York'a verilmiş. Adanın tamamı, New York'tan beş dakikalık feribot seferlerine açık. Açık Bahçe isimli bir proje oluşturmam için beni davet ettiler. Proje, yüzyıldan uzun süredir New York'ta yetişmemiş meyve çeşitlerini geri getirmeyi amaçlıyordu. Hâlâ devam eden Açık Bahçe'de antik ve yadigâr 200 meyve türüne sahip elli adet aşılanmış ağaç mevcut. Bunlar, bölgede doğal olarak yetişen veya tarihte yetişmiş türler. Örneğin 13th Street ve Third Avenue kökenli Early Strawberry elması. Meyve ağaçları tohum yoluyla saklanamadığı için Açık Bahçe, canlı bir gen bakası veya bu meyvelerin arşivi hâline gelecek. Kırk Meyve Ağacı gibi deneysel olacak, aynı zamanda sembolik olacak. En önemlisi, bu, insanları yiyeceklerini korumaya ve onlar hakkında daha fazlasını öğrenmeye davet edecek. Kırk Meyve Ağacı sayesinde binlerce kişiden e-posta aldım, "Nasıl ağaç dikilir?" gibi temel sorular soruyorlardı. Nüfusun yüzde üçten daha az bir kısmının tarımla doğrudan bağı var. Açık Bahçe, insanları kamu programları ve atölyelerde çalışmaya; ağaç aşılama, yetiştirme, budama ve hasat etmeyi öğrenmeye; doğal yiyecek tüketmeye ve bahar şölenlerine katılmaya; yerel şeflerle çalışıp bu meyveleri kullanmayı öğrenmeye ve birçok çeşit meyvenin özellikle bu amaçla yetiştirildiği yüzyıllık tarifleri yeniden oluşturmaya davet ediyor. Bahçe, fiziksel anlamından öte, bu tariflerin hepsini içeren bir yemek kitabı olacak. Yetişen meyvelerin karakter, özellik, köken ve hikâyesi hakkında bilgi içeren bir alan rehberi olacak. Çiftlikte yetiştiğimden dolayı tarımı anladığımı düşünüyordum ve bununla ilgili olan hiçbir şeyi istemedim. Bu yüzden sanatçı oldum. (Gülüşmeler) Ama şunu söylemeliyim ki bu, DNA'mda olan bir şey ve bu konuda yalnız olmadığımı düşünüyorum. 100 yıl önce hepimiz tarıma, bitki yetiştirmeye ve yiyeceklerimizin hikâyesine çok daha bağlıydık ama zamanla uzaklaştık. Açık Bahçe, bu bilinmeyen geçmişle yeniden bağ kurmamıza ve yiyeceğimizin geleceğinin ne olacağını düşünmemize olanak sağlıyor. Teşekkür ederim. (Alkışlar)